@denizece adlı yazarın ricasıyla yayınlıyorum.
hikayenin adı:defneli
akşam güneşinin son huzmeleri odanın duvarlarında geziniyordu. en son çağlar’ın omzuna değdi, ardından bulanık bir gri ile doldu ev. koltukta kumanda ile sürekli kanal değiştiren kocasına umursamaz bir bakış fırlatıp, berjerden kalktı...
canım sıkıldı... bir kek yapayım. neli olsun dedi kendi kendine.
“sen en çok havuçlu tarçınlı seversin” dedi adam.
“sen de kakaolu” dedi kadın yarım bir gülümseme ile. “akşam yine halı saha maçı mı var?”
“biliyorsun işte bizim çocukları, gitmezsem burnumdan getirirler.”
“biliyorum.” mutfağa girip, buzdolabını açıp boş, boş bakıp, kapattı. tariflerin olduğu rafa yöneldi, eline çorba tariflerinin olduğu yemek kitabı geldi... “o çorba içmeyi sevmez” dedi, kenara attı. bir pasta kitabı buldu ama aradığı tarif bunda değildi. kitapları bırakıp, buzdolabına döndü.
“bu sefer hiç yapmadığım bir kek yapacağım”
“neli?” dedi, mutfağın kapısında dakikalarca onu sessizce izleyen adam. adama hiç bakmadı, cevap vermedi. kafasını dolaba gömmüş, sanki hiç olmayan bir şeyi arıyordu. işin komiği aradığı şeyin orada olmadığını biliyordu... çok başka bir kek yapacağım. belki kendi adımı veririm "defne keki"
“kulağa hoş geliyor” dedi adam hep takındığı alaycı gülümsemesi ile. dolabı tekrar açtı kadın. bu sefer kafasında tam oturtmuştu ne yapacağını. sebzelikten yeşil elmaları çıkardı, masaya koydu. üç yumurta ve sütü de masada elmaların yanına. erzak dolabından un, tarçın, şeker, kabartma tozu ve vanilyayı da diğer malzemelerin yanına koydu. elmaları soyup, küp, küp doğarken;
“ keşke adem o elmayı hiç koparmasaydı...”
“nereden çıktı bu?” dedi çağatay. masanın üzerinde duran elmalardan birini alıp, önce tşörtü ile silip, katır kutur yemeye başladı. bunu bilhassa yapıyordu.
“daha sessiz yer misin?” diye söylendi defne... ( çocuğuna kızmış da kırılmasın diye dişlerinin arasından tıslarmış gibi)
“ne olmuş ki, adem elmayı çalınca?”
“kadınlara yaranmak da imkansız diye güldü çağatay . “belki de adem, suçuna kılıf olarak kullandı havva’yı. belki de o elmayı adem yemek istedi. kesin öyledir, kadınlar hep haklıdır” dedi.
yanağından sulu, sulu öpüp, salona döndü. defne yanağını kolu ile sildi. tuhaf bir şekilde kızmıyordu ona. çok uzun yıllar evli olan insanlar kardeş gibi olurlar bir zaman sonra. yan yana geçinemezler ama uzaklaşınca canlarından bir parça kopuyormuş gibi acı duyarlar. şekerle yumurtaları çırptı ilk günlerde çağatay ile oldukları gibi köpük, köpük oldu kase. yavaş, yavaş sütü ekledi tıpkı birer, birer birbirlerine tanıştırdıkları arkadaşları gibi. sıvı yağı ekledi içine; bu da kabullendikleri, birbirlerinin kötü yanlarıydı. çağatay çok sigara içerdi. defne çok dağınıktı.
kabartma tozu ve vanilyayı ekledi. bunlar da diploma gibiydi olmazsa olmaz. çırpmayı bırakıp küp, küp doğradığı elmaları tarçın ve şeker ile tavada kavurmaya başladı. mutfağa yayılan enfes koku; ilk yıllarda yaşadıkları o muhteşem geceleri anımsattı. kek kalıbını özenle yağladı, tıpkı evini özenle döşediği gibi. en alta tarçınlı elma küplerini koydu. karıştırdığı kek hamurunu, özenle gezdirdi elmaların üzerinde. fırını 180 dereceye getirip, biraz bekledi. beklerken çağlar’ın askere gittiği günleri ve onu ne çok özlediğini anımsadı. keki fırına verdiğinde, rahatlama hissetti. tüm sorunları, o keki yapana kadardı sanki. fırının camından keki izlerken, ısıtıcının düğmesi açtı. çağlar'ın ona doğum gününde aldığı kupaya iki tatlı kaşığı kahve koydu, üzerine kaynayan suyu doldurunca, elmalı tarçınlı afrodizyak koku yerini keskin kahve kokusuna bıraktı. oldum olası, yalnızlığı anımsatırdı bu koku... kek daha fırındayken çağatay, eşofmanlarını giymişti bile...
“kekin pişmesini bekleseydin.”
“akşam dönünce bakarım tadına. neli oldu şimdi bu kek?”
“defneli.” defne, çağlar’ın yüzüne bakmayınca, çağlar da usulca kapıyı çekip, çıktı.
küçük bir stüdyo daire, yine duvarlarda yankılanan aşk seslerine şahit oluyordu. ara verdiklerinde, sarışın kadın duşa girdi. adam kumanda ile kanallar arasında gezinip, duruyordu. telefon çaldı. arayan sitenin güvenliği idi.
“alo buyurun” dedi adam
“efendim bir paketiniz var getirelim mi?”
“ne paketi?
“bilmem güzel bir kadın bıraktı, içinde kek olduğunu söyledi”
“ne keki?”
“defneli kek’miş” öyle söyledi...