en korkulacak durumdur.
anlayamadığını anlamadığı için her şeyi kendi bildiğini ve anladığını sanır. aslında herkesin bu müthiş bilgi, anlayış karşısında nasıl olur da bu kadar aptal ve aymaz davrandığına anlam veremden yaşar gider.
bir de aslında bu kadar bilgi ile karşısındakine sonsuz bir müsamaha gösterdiğini ve bu tavrı karşısında karşısındakinin neden bu kadar çağ dışı kaldığına anlam veremez.
bu insanlarla iletişimin iki yolu var kendimce geliştirdiğim.
1- yav he he demek
2-kendi salaklığını yüzüne vurmadan sitkom havasında bir senaryo ile istediğini elde etmek. yani eğer o kadar akıllıysa her şeyin en iyisini ve en doğrusunu da biliyordur, bütün bunları yapmasını da biliyordur tabi ki.
bir zeka ve dikkat eksikliğinin sonucudur. bu tip insanlara geçmiş dönemlerde ısrarla öfkelenir ve anlayamadığını anlatmaya çalışırdım. şimdilerde ise kendimi yormuyor, göz teması kurmuyor ve fırsatını bulursam ortamdan uzaklaşıyorum.
(bkz:kifayetsiz muhteris)
(bkz:herbokolog)
ufff ne rahatsız edici bir ruh. böyle insanı sinir hastası ederler, “hayır anlamıyorsun!” diyeni de vardır ki kendisi en komik duruma düşen çeşididir.
böyle biriyle aynı ortamda uzun kalmamak, ruh sağlığınız açısından en önemlisi ama kaçamıyorsanız da ölü taklidi yapabilir yada görmezden de gelebilirsiniz.
kendini bilmeyen her şeyi biliyorum sanırmış. işte o hesabı ödeyemeyenin bulaşıkları yıkaması gibi bir şey.
düşüncesi bile korkutucu. her şeyi bildim, oh, her şeyi çözdüm derken hop bir de bakıyorsunuz daha bir adım yol gidememişsiniz. işn kötüsü hala olanın bitenin de fakında değilsiniz?
sözlükte bu başlığa rastlayınca sahte cennet lafı aklıma geldi.
ne demiş miskin yunus? cennet dediğin bir kaç köşk bir kaç huri bana seni gerek seni...
anladığını sanmakla eşdeğer.
şimdi şöyle bir durum var:
"anlatabildikleriniz karşınızdakinin anladığı kadardır." gibi meşhurlaşmış bir söz var. ne demek bu?
bu cümlenin en büyük iddiası, aslında anlaşma durumunun iki taraflı bir etkileşim olduğunu öne sürüyor olması. karşı tarafın anlamıyor olması, onun anlama kabiliyetindeki eksikliği gösterebileceği gibi sizin anlatma kabiliyetinizdeki eksikliği de gösteriyor olabilir.
söylemek istediğim şu: şairler kıraathanesine gidip atom altı parçacık fiziğinden bahsederseniz ve bundan bahsederken kendi idrakınız için herhangi bir sorun teşkil etmeyen bir sürü terimle konuşursanız karşınızdakiler sözlerinizde kafiye aramaktan başka bir şey yapmayacaktır. dolayısıyla hitap edilen kitlenin anlayabileceği bir dil ile ifade etmek sizin sorumluluğunuzdadır. ha diyorsanız ki; "şaire niçin kuantum anlatıyoruz arkadaş?" o halde hiç kalkışmayacaksınız ya da anlamıyor diye dertlenmeyeceksiniz.
herkes aynı algı seviyesinde olmayabiliyor. bazı şeyleri tuzluk kadar somut ve basit örneklerle anlatabiliyor olmak gerekebilir bazı insanlara.
"bilal'e anlatır gibi anlatmak" diye bir deyim var değil mi?
bir de, bazen herkes bir şeyleri anladığını sanır. çok sonra, aslında yanlış anladığının ya da anlamadığının farkına varır.
ardına geçememek diye bir deyim var. bir bilgi var ama onun ardına geçip bilgiyi yönetemiyorsan bilgi seni yönetiyorsa sen anlamamışsın arkadaş.
serbest çağrışım (bkz:sen aşıksın arkadaş)
deneme