Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır.
Bu siteye giriş yaparak çerez kullanımını kabul etmiş sayılıyorsunuz.
daha fazla bilgi
ilk olarak; bir tarafına zülfü livaneli, diğer tarafına edip akbayram şarkıları kaydedilmiş bir kasetten dinlediğim beste.
hatta bu kaset yüzünden yıllarca edip akbayram ve zülfü livaneli'yi birbirine karıştırmışımdır. hala da bazı şarkıların hangisine ait olduğunu dinlemeden söyleyemeyebilirim. lütfen bu tip melez kasetler kaydetmeyin. a tarafında aleyna tilki, b tarafında küçük ceylan olmasın. kaseti ya tamamen karma şarkılardan doldurun ya da tek bir sanatçıya adayın. çocuk gelişimi için önemli. *
yıllardır savunduğum fikrin farkına diyetisyenler de varmışlar anlaşılan.
insanlar keyif için beslenmeyi alışkanlık haline getirmişler.
günde üç öğün yemek yemenin güç gösterisi falan olduğu zamanlar olmuş muhtemelen tarih öncesinde. başka açıklaması olamaz. insanın normal şartlarda hayatta kalabilmek için ihtiyaç duyduğu enerji günde bir öğün ile kolaylıkla alınabilir. hatta fiziksel olarak çok yoğun aktivitelerle uğraşmıyorsanız çoğu zaman günde bir öğün bile fazla.
şimdi insan vücudunun evrimsel sürecini konuşmaya gerek yok fakat enerji tüketimimizin de zaman içinde (metabolizma hızı vb. etkenler) beslenme alışkanlığımıza bağlı değiştiğini söylemek çok yersiz olmaz.
bu haftaiçi yaptırdığım kontroller sonucunda sahip olmayı umduğum hastalık. beterindense aritmi iyidir diye düşünüyorum.
gerçi benim anladığım bir anormallik görünmüyor testlerde ama bakalım doktor ne diyecek. ekg sonucunda nabzımın 55 bpm çıkmasından başka problem yok gibi. ritmin hala sinüzoidal olması beni rahatlatmıyor değil.
toki için faizle alınan kredinin caiz olmasını, devetin vatandaşa ev almak için başka bir yol bırakmamasına bağlamışlar.
iyi de vatandaşın araba almak için de başka bir yolu yok.
ayrıca; faizi caiz kılan bu kararı alırken oy çokluğuna dayandırmışlar. dini meseleleri oylama usulü ile kararlaştırmak şirk koşmak değil midir? oy çokluğu ile tanrıcılık oynamak olmuyor mu bu?
gelen yoğun tepkilerden sona açıklamalarını yumuşatmışlar. yine de aynı sonuç. eğer devletten alıyorsan caiz.
faizden herkesin haksız kazanç sağlaması caiz değildir yalnızca belli bazı zümrelerin sağlaması caizdir. yersen.
aşkın neyi affedip neyi affetmeyeceğine kişinin aşkı tanımlama biçimi karar verir.
bana göre; herhangi bir şeyi affetmeye ihtiyacı yoktur.
sizin hissettiğiniz aşk, sevgi vb. duygular bu duyguları hissettiğiniz kişiye sorumluluklar yükleyemez. aşık olduğunuz kişi sizinle birlikte olmak, sizi sevmek zorunda değildir. birlikte olduğunuz kişiye karşı hissettiğiniz aşk da o kişinin size sadık olmasını gerektirmez.
duygular yalnızca hisseden kişiyi bağlar. dolayısıyla birinin sizi aldatması vb. durumlar sizi alakadar etmez. o aldatan kişinin problemidir. eğer duygularınızın ne olduğundan emin değilseniz ya da karşınızdaki kişinin davranışlarına göre duygularınız değişiyorsa bu da karşınızdaki kişiyi alakadar etmez. sonuçta birine aşık olarak o kişiye lütufta bulunmuyorsunuz. yani aldatan kişiyi terk etmek de elinizde affetmek de. bu kendi hayatınızla ilgili kendi seçiminizdir. neye dayanarak ya da hangi duygularla hareket ediyor oluşunuz da kimseyi ilgilendirmez.
şu kesinlikle anlaşılmalıdır: birini seviyor ya da ona aşıksınız diye onu size sadık olmaya zorlayamazsınız. o size zorla sokmadı o duyguları ve kendi duygularınızdan kendiniz sorumlusunuz.
bursa'nın yerlisi bir arkadaşımın anlattığına göre;
şirketin şu anki sahibi seneler önce, ilk sahibinden şirketi yanıpmıyorsam 4 milyon tl karşılığında satın almak istemiş. o zamanki sahibi şirketi satmaya yanaşmayınca adamı bacağından vurup zorla almışlar elinden, yine yanılmıyorsan 4 milyon türk lirası karşılığıda. bu bilginin doğruluğu konusunda kesin bilgim yok ve ayrıntısını bilmiyorum. öyle laf arasında geçmişti.
shell benzin istasyonunun asmış olduğu on numara pankart. on numara hareket. teşekkürler shell.
"nerede olursanız olun rahatsız edildiğinizi, takip edildiğinizi hissettiğiniz veya fark ettiğiniz an, hiç çekinmeden buraya koşun. gerisini biz hallederiz. gerekirse polise, gerekirse sizi evinize ulaştırmayı taahüt ediyoruz. hepimiz kötü değiliz, çürüklerden birlikte kurtulacağız.
#unutmayacağız #korkmabenvarım #yalnızdeğilsiniz"
gece gece nereden aklıma geldi bilmiyorum ama en net hatırladığım salaklıklarımdan biriydi bu. küçücük bir çocukken, babamın eski fotoğraf albümlerindeki fotoğraflara bakıp eskiden dünyanın siyah-beyaz olduğunu, renklerin olmadığını düşünür ve yaşlı insanlar için üzülürdüm. buna rağmen bugünlere gelebildiğim için kendimle gurur duyuyorum. *
gereksiz olduğunu düşünüyorum.
evlenmeden önce de böyle düşünüyordum. hatta bunu kimseden gizlemedim yani bizzat müstakbel eşime de evliliği mantıklı bulmadığımı söylüyordum. şu an hala da söylerim. niçin evlendiğim konusu ise şöyle özetlenebilir: evlenmiş olmanın gereksiz ve mantıksız olduğunu düşünüyor olsam da pek zararlı olmayacağını da biliyordum. doğrusu şu ki: toplumumuzun benim ütopik dünyama henüz hazır olmayışı ve sevdiğim insanların, benim farklı fikirlerim yüzünden, hayatta kalma ve topluma ayak uydurabilme becerilerimi çocukluğumdan beridir sorguluyor oluşları beni bu şekilde davranmaya itti. aslında kendimden ödün vererek evlendim. ha bir de eşimin benimle aynı düşüncelere sahip olmaması da ciddi bir etken tabi ki. nedir efendim? insanlar birbirlerini severler, birlikte yaşamak isterler, bunu herkesin huzurunda resmiyete dökerler ve artık belli başlı yazılı ve yazılı olmayan kurallar içerisinde büyük ölçüde beraber yaşama zorunluluğuna tabii olurlar. bu, insanlığın biriktirerek edindiği kolektif bilincin sonuçlarından biri çünkü bir çok problemi ortadan kaldırma işlevi varmış zamanında. şimdi yok mu? hala var ama herkes için değil. hiçbir zaman herkes için olmadı. kendi kararını kendisi veren ve toplumun her türlü dayatmasına uymak zorunluluğu hissetmeyen kişiler gayet bu dayatmanın dışında kalabilirler.
insanların birbirini sevmesi ve birlikte yaşamak istemesi çok doğal ve gerçekten yaygın bir durum ancak birlikte yaşamak istemenin sonucu sadece birlikte yaşamak olarak düşünülebilir. geçmişten gelen bazı toplumsal ritüellerin yerine getirilmesinin kişilerin kendileri için bir gerekliliği yok. eğer istemediğiniz biriyle birlikte yaşamak zorunda bırakılmıyorsanız birlikte yaşama hakkınızın yasalar tarafından korunuyor olması da gerekmiyor.
kanıksamaya kadar gider ki kanıksamak en vahim senaryodur bana göre. öğrenilmiş çaresizlik, problemin farkında olarak onu çözemeyeceğinize olan inancınızla ilgilidir ve sürekli boyun eğme halinde bulunursunuz. bariz fırsatları değerlendirebilir ve problemi çözebilirsiniz.
bu durum zamanla, belki bir kaç nesil sonra ya da çok daha kısa sürede kanıksamaya evrilir. problem artık bir problem olarak algılanmaz ve hayatın bir parçası olmuştur. karşınıza çıkan en bariz fırsatlar bile sizin için anlamsızdır çünkü artık probleminiz yoktur.
hayatınızın bir parçası olan problemi unutmuş ve onunla yaşamaya öylesine alışmışsınızdır ki o problemin var olmadığı bir hayat düşünmezsiniz bile.
bu, toplulukların en büyük hastalığıdır çünkü toplum psikolojisi birbirini taklit eden bireyler yaratır. çaresiz olduğuna inanmayan bireylerin çırpınışları yeterli niceliğe ulaşılamadığından dolayı dahi sonuçsuz kalıyor olsa, bu başarısız girişimler toplumun geri kalanında bir umudun olmadıgı yanılgısı doğurur. boyun eğme süreci başlar ve nesillerce devam eder. çünkü artık insanlar çırpınmanın fayda etmeyeceğini ve hatta zarar vereceğini düşünmeye başlarlar. hayatta kalma içgüdüsü ile daha büyük problemler yaşamamak adına giderek basitleşen(!) bir probleme boyun eğmek çok daha mantıklıdır. bir süre sonra o problem yaşamın kendisi kadar normal(!) karşılanmaya başlar ve hatta başarısız girişimlerden zarar gören bireyler toplumun gözüne sokularak, var olduğu sadece küçücük bir azınlık tarafından hatırlanan eski problemler kendi militanlarını bile oluşturur.
8 ocak 2020 gecesi 02:00 - 03:00 arasında iran'ın ırak'ta bulunan amerikan üslerini roketlerle vurması ile akıllara gelen hadise. çok fazla şey konuşuluyor. iran, abd'ye destek veren bütün ülkeleri hedefine almakla tehdit ediyor.
umarım bu lüzumsuz olay nükleer boyutlara ulaşmadan son bulur. dünya'nın sonunu getirme tehlikesi olan saçma sapan bir savaşı başlatacak kadar aptal canlılar olduğumuzdan endişe duyuyorum. gerçi dünyanın yok olması çok da umurumda olmaz ama öyle bir savaşın ardından hayatta kalma düşüncesi ürpertici. başka başka ülkelerce sağa sola savrulan tehditlere bakılırsa savaşın boyutu gerçekten dünya çapında gibi görünüyor.
oyunculuklar konusunda yorumum yok. bana kameranın varlığını unutturan bir yapım izlemeyeli çok oldu. (bkz: yüzüklerin efendisi)
sürükleyiciliği ve merakı canlı tutma kabiliyeti oldukça iyi. yine de fazla öngörülebilir. kurgunun bu kadar öngörülebilir olması ilk başta biraz üzdü ama böyle eserlerin genelde insanı şaşırtma ihtimali yüksek oluyor. devamını merakla bekliyorum.
sanat tanrıçaları ile birlikte olan şahıs.
ilk tanım böyle olsun istemezdim uzay'cığım ama hakikatten bereketli adammışsın.
acaba uzay mı seçimlerinde çok istikrarlıydı? yoksa uzay ile birlikte olan kadınlara mı bir şeyler oluyor? bu sorular yanıtsız bırakarak genç yaşında hayata veda etmiş müzisyen kişi.
gerçi zeynep, sezen ve yıldız'a göre biraz daha düşük profilli ama sonuçta çok vakit geçirememiş herhalde ondan.
insanların adalet karşısında eşit olmaması gerektiğini savunmak iyi niyetli bir yaklaşım değil. buradaki bazı arkadaşların gerçekten kötü niyetli insanlar olduklarına inanmaya başladım.
sen bugün mahkemede kadınlara pozitif ayrımcılık yapılsın dersen, gelecekte bir gün a partililere, x dinine mensup olanlara, ya da bilmemhangi futbol takımını destekleyenlere ayrımcılık yapılsın diyenler çıktığında sesini çıkarmaya hakkın olmaz. bugün bana dokunmayan yılan bin yaşasın demek, hatta kendi lehinize verilen adaletsiz kararları savunmak çok kolay. gerçekten toplum olarak müstahak olduğumuzu da düşünüyorum aslında. birey olarak herkes kendi nemasının, herkes kendi çıkarının peşinde... adalet sisteminin bozulmasına destek olduğunuz için teşekkürler.
buranın ismi kadın sözlüğü olabilir ancak burada illa cinsiyetçilik yapmak zorunda değilsiniz.
abd'deki arizona üniversitesi'nde astronomi ve moleküler hücre biyolojisi departmanında doçent olarak görev yapan türk bilim insanı betül kaçar, evrende yaşamın izlerini araştırmak için oluşturulan nasa ekibine geçen hafta kabul edildi. çok gurur duydum, duyuyorum.
yazarların kendilerini aslında nasıl kısıtladığının aynası gibidir.
işin içinde "kadın" olunca herkes önce bir duruyor sonra kadın nasıl davranıyor, kadın nasıl olmalı, kadınla ilgili konu nasıl işliyor? bunlara kafa yoruyor ve kadın ile ilgili değilse daha doğrusu içinde kadın, anne, kadına şiddet, tecavüz, tek taş, evlilik gibi kelimelr geçmiyorsa ya başlık açılmıyor ya da betim girilmiyor.
kadın ve kadın olmak sadece bu ve bunun gibi konularla mı oluyor? kadın gerçekten hayatın diğer konularından bi haber mi yoksa görmezlikten mi geliyor?
sanat, bilim,siyaset, teknoloji... geçtim her şeyi hiç mi insani olarak paylaşacağı bir şey yok.
sözlüğü neden açtık biliyor musunuz? kadın kendini sadece belli kelimeler ve kavramlara sıkıştırdığı için bu kadar kadına yönelik şiddet, hoş görüsüzlük, tahammül edememe var.
işin kötü tarafı kadın bu düşünüş şekliyle bunu bilinç altından desteklediğini de bilmiyor.
sözlük bütün bunların dışında kendi gibi yazabilsin istediği her konuyu ayıplanma, utanma veya kötü hissetmeden yazabilsin diye açıldı.
hiç ayıplanmanın olmadığı bir ortamı hayal edebiliyor musunuz? korkmadan sadece kendiniz olarak "ol"abileceğiniz. belki de kendi kaderinizi kendiniz yazmaya başlayabileceğiniz bir yer.
mutluluk verici bir sorumluluk. yazarımız guess'i de dahil olduğu için tebrik etmek gerek.
ali denizci'nin tedx konuşmasını bende izledim şimdi. etkilenmemek elde değil.
sizlerde buyrun;
deliler kahvehanesi; balat'ın ara sokaklarından birinde görünüşte cafe ama içinde yüzlerce yaşama dokunan bir dernek.
deliler aşevi, kırtasiye, butik, cafe olarak birçok alanda tamamıyla gönüllülük esasıyla çalışan bir oluşum. kurucusu ali denizci, çok farklı bir hayattan gelip sonunda "görüyorsam, duyuyorsam sorumluyum" diyerek bu oluşumu hayata geçirmiş bir "deli" kendi deyimiyle. ali denizcinin internetteki tedx konuşmasına denk gelmemle başladı tanışıklığım deliler kahvehanesiyle. aşevinde sanırsınız konyalı menüsü çıkıyor her akşam, gönüllü aşçıların gündüz yaptığı yemeklerle her akşam ortalama 150 insanımız doyuyor(%92,si evsiz), butiğe gelen kıyafetler ihtiyaç sahiplerine veriliyor, kullanılmamış olan yeni kıyafetler yalnızca evsizler için, bu günlerde gönüllüler. parkları, sokakları dolaşıp sokakta yatanlara battaniye, uyku tulumu dağıtıyor, kırtasiyeden çocuklar istediğini alıyor, atölyede ritm, resim vb. etkinlikler yapılıyor, ülkenin her yerine kütüphaneler kuruluyor, ihtiyacı olanlar ameliyat ettiriliyor, muhtaç durumda olanlara oda kiralanıyor ve bunların hepsini sadece kocaman bir gönüllüler grubu yapıyor. bir gün yolunuzu düşürün balat'a gelin kahvemize. orada olup ihtiyacı olana destek vermek insanın kendine yaptığı yardım aslında, kendine olan yolculuğunda tamamlanmak için..ali abinin dediği gibi bunun için "sevmek lazım, hem de çok sevmek"!
hatta bir gün yazarlar zirvesini deliler kahvesinde yapmaya ne dersiniz?
eylülden beri devam eden son bir haftadır hız kazanan yangın küresel ısınmanın yarattığı korkunç gerçeklerden biri. dörtyüz seksen milyon hayvanın telef olduğu facia dünyanın sonunu getirdiğimizin göstergesi. yanan bir ormanın önünde kaçmaya çalışan kanguru ve yangından yaralı kurtulan korkmuş acı icindeki koalaya su içirilen görüntüler felaketin tematik fotoğrafları olarak kalmamalı ve hafızalarımıza kazinmali.
açıkcası altaylı'nın bu atasözünü köy yanar deli kız taranır olarak kullanmış olmasını tercih ederdim.
çünkü ne olursa olsun o bir anne. ve masum bir kız çocuğu gün gelecek bu saçmalıklarla boğuşacak. ki şeyma'nın altaylı'ya cevap videosununda da görebileceğiniz gibi kadın "benden bir şey beklemeyin" diyor. "beni önemli bir yere koymayın" diyor.
acun ılıcalı ile evlendi diye kusursuz bir kadın mı olması gerekiyordu? nedir şeyma'nın her yaptığını bu kadar olay yapmanız? görmezden gelin gitsin. bu altaylı'ya olan eleştirimdi.
gelelim şeyma'nın videodaki diğer sözlerine...
beni erkekler değil, kızlar, hatta küçük kızlar takip etsin diyor. pardon?
bu ülkenin kız çocuklarının doğru rol modellere ihtiyacı var. lütfen dileklerini doğru tut.
sezonu bitirip geldiğim türk yapımı netflix dizisidir.
beren saat 'in beden diline karşı bir antipatim olsa da göbeklitepe ve "bakalım ne yapmışız" merakım ile tamamladım.
oyunculuklardaki vasatlık ve senaryodaki bazı kopuklukları saymazsak iyi bir akıcılığı vardı. tipik türk korku filmlerindeki cindi, büyüydü olaylarından değil de şamanizm üzerinden gitmiş olmaları hoşuma gitti. ayrıca anadolu'yu istanbul ile modernize etmeleri ülkemizin iyi tanıtımı açısından güzel olmuş.
umarım diğer sezonlarda karakterlerin altını daha doldurabilirler.
ne bileyim admin, moderatör kimin yetkisi var ise, sözlük hesabı tekrar aktif olan eski yazarların kayıtlı e-posta adreslerine ilginç davet mailleri gönderilebilir.
başka bir sözlükte gördüğüm bu yöntem bir miktar işe yaramış gibiydi.
j.r.r. tolkien tarafından yazılan ve ilk kez 1954 yılında yayınlanan fantastik bir roman.
bu eser, yine yazarın kendisi tarafından oluşturulan orta dünya'nın çok kısa bir dönemini anlatır. bu kısa dönem içerisinde yaşanan olayların anlatılması sırasında kullanılan tüm hayali ürünler (karakterler, mekanlar, tanrılar, vb.) tolkien tarafından titizlikle çalışılmış ve dış kaynaklarla beslenerek neredeyse tanımsız bir bilgi kalmayacak kadar kusursuz bir evren yaratılmıştır.
öyle ki; farklı ırkların konuştukları diller dil bilgisi kurallarına kadar yaratılmış ve gerçek hayatta konuşulabilir diller haline getirilmiş.
koskoca evren, bir insan ömrünün elverdiği ölçüde ilmek ilmek işlenmiş ve boşluğa yer verilmemiştir. benim için; edebi eserler arasında birinci sıradadır. kutsal kitap niteliğinde dev bir yapıt. insanlık tarihinin nesilden nesile aktarması gereken muhteşem bir eser.
başta da belirttiğim gibi yüzüklerin efendisi orta dünya tarihinin çok kısa, 10 - 20 senelik bir kısmını anlatmakta. normalde orta dünya tarihi, silmarillion romanı ile başlıyor. tek olan eru ve ilk yaratılan ainur'dan, kainatın ve dünyanın yaratılmasına, diğer ırkların nasıl ve kim tarafından yaratıldığına, dünya üzerindeki ilk savaşa kadar her ayrıntı silmarillion'da mevcut.
yüzüklerin efendisi; üç film olarak peter jackson tarafından oldukça başarılı bir şekilde sinemaya uyarlanmış ve romanın aslına kıyasla bazı eksikliklerine rağmen güzel bir özeti olarak defalarca seyredilmeye değer.
elfler tarafından narsil'in parçalarından yeniden yapılan kılıç. narsil v2.0 denilebilir. kralların kılıcı.
yeni nesil, keskinleştirilmiş, ağırlık optimizasyonu sayesinde tek elle kullanılabilen bir şövalye kılıcıdır. *
not: filmdeki anduril greatsworda benziyor olsa bile aslında tek elle kullanılan bir kılıçtır.
ayrıca;
güzel betimler giren bir yazar. tolkien ve orta dünya seven bir yazar olmasından dolayı betimlerine objektif yaklaşmakta sorun yaşayacağımı belirtmem gerek. betimden önce mahlası okursam pozitif ayrımcılıkla başlıyorum betimi okumaya.
gönül ister ki bütün güzel metallica şarkıları hakkında takır takır yazayım şuraya ama herhalde kalan ömrüm yetmez. *
sözleri ve müziğiyle adeta kendimden geçmeme neden olan metallica şarkılarından yalnızca biri bu.
her şey herkeste aynı duygulara dokunamıyor. size metallica dinlerken yaşadığım duyguları anlatabilmek isterdim. ama pek mümkün değil malesef.
life it seems will fade away
drifting further everyday
getting lost within myself
nothing matters no one else
ı have lost the will to live
simply nothing more to give
there is nothing more for me
need the end to set me free
things not what they used to be
missing one inside of me
deathly loss this can't be real
cannot stand this hell ı feel
emptiness is filling me
to the point of agony
growing darkness taking dawn
ı was me but now, he's gone
no one but me can save myself, but its too late
now ı can't think, think why ı should even try
yesterday seems as though it never existed
death greets me warm, now ı will just say goodbye
goodbye
eski zamanlarındaki gibi aktif olmasını çok isterdim. tabi bunun için devamlı yazmak gerekiyor ne yazık ki çok boşluyorum ben de. hepinizden bu pervasız unutuşum için özür diliyorum. buradaki eski arkadaşların bile çoğunu unuttum. umarım hatırlamak kısmet olur.
kesinlikle kadın olarak kullanılması gerekiyor. ilk duyduğum zamanlar ben de buna takılan insanlara tepki göstermiştim.
üzerinde ciddi anlamda uzun bir süre düşündükten sonra haklı oldukları kanısına vardım.
önemli olan ne maksatla kullanıldığı, ne anlamda kullanıldığı... diye düşünüyodum doğal olarak çünkü önemli olan hep anlamdı benim için. ancak nedenleri sorgulamaya başlayınca insan şoka uğruyor. mesela neden erkeklere 'bay' diye hitap edilmiyor?
bayan kelimesinin niçin kullanılmaya başlandığını bilmiyorum. ancak kadın kelimesinin, kadınların bekareti hakkında yargı bildiren bir kelimeye dönüşmüş olması incelenmeli.
mesela bir çocuğun erkekliğe ilk adımının sünnet olmak olması(!), ki bu çok saçmadır, kadınların kadınlığa ilk adımının cinsel ilişkiye girmiş ve bekaretini kaybetmiş olması(!) olarak düşünülmüş olsa gerek ki kadın kelimesi, bir kızın(!) bekaretini kaybettikten sonra(!) kazandığı bir ünvan haline gelmiş.
"kadın kelimesi çok kaba, o yüzden kibar olmak için bayan kelimesini kullanıyorum." diyen bir insan, kadın kelimesinin niçin kaba bir kelime olduğunu açıklamak zorundadır. açıklayabilir mi? hayır. dönüp dolaşıp varacağı yer kızlık mevzusudur.
bu konu şöyle dursun. bir cinsiyet belirten kadın kelimesi bir hitap sözü olan "bayan" kelimesi ile ikame edilmeye çalışılıyor. bu neresinden baksanız saçmadır. hitap şekli olarak birisine "bay" demiyorsanız "bayan" da demeyiniz. "bayım" kelimesi bile sayılmaz çünkü hiçkimsenin "bayanım" dediğini duymadım.
bayan; kendi başına zararlı bir kelime değil, hakaret içermez, baymak kökünden türemez. kullanım biçimi ve hangi anlamda kullanıldığı ise zarar verici ve yıpratıcıdır. bir cinsiyeti baskılamaya ve yok etmeye çalışır. zararlı olabilir.
hepsinin ötesinde dil, çok önemli bir toplumsal kültür aracıdır. bir toplumun diline bazı kelimeleri ekleyerek ya da dilinden bazı kelimeleri çıkararak o toplumun kültürünü, hayata bakışını değiştirebilirsiniz. george orwell'in 1984 aldı romanını tavsiye ederim.
tarihte belli mecralarda kullanımı yasaklanan ve kullanılmayan kelimelere, onların yerine sonradan üretilen ya da başka dillerden devşirilen kelimelere bakın ne demek istediğimi anlayacaksınızdır.
eğer bir toplumu baskılamak istiyorsan onların jargonunu ortadan kaldırmaya çabalamak iyi bir başlangıç olacaktır. kadın kimliğini baskılamak için uydurulan "bayan" kelimesine karşıyım.
sığırın dişisine inek derken kaba olmuyorsak, insanın dişisine kadın derken de kaba olmuyoruzdur. insan türünün dişisine kadın denir. eğer bayan denilseydi çocuklarınız dünyaya kız olarak değil bayan olarak gelebilirdi çünkü bayan kelimesi yaş, bekaret, vb kavramlar içermeyen gayet kibar bir kelime değil mi?
bir çocuk doğduğunda, oğlan ya da kız denilebilir. insan yavrusunun isimleri olabilir bunlar gayet tabii. eğer birine erkek, diğerine kız diyorsanız yanlış yoldasınız demektir. o erkekse, öteki de kadındır.
tdk'nın tanımına göre edep kelimesinin birinci anlamı: "toplum töresine uygun davranma." demekmiş. yani çok da kafaya takılacak bir şey değil. edepsizlik güzel şey. sırf töre öyle emrediyor diye cinayet işlememek de edepsizlik bu tanıma göre.
bence mantıklı.
edepsizliği kötü bir şey olarak algılamak hata olabilir.
elfler tarafından narsil'in parçalarından yeniden yapılan kılıç. narsil v2.0 denilebilir. kralların kılıcı.
yeni nesil, keskinleştirilmiş, ağırlık optimizasyonu sayesinde tek elle kullanılabilen bir şövalye kılıcıdır. *
not: filmdeki anduril greatsworda benziyor olsa bile aslında tek elle kullanılan bir kılıçtır.
ayrıca;
güzel betimler giren bir yazar. tolkien ve orta dünya seven bir yazar olmasından dolayı betimlerine objektif yaklaşmakta sorun yaşayacağımı belirtmem gerek. betimden önce mahlası okursam pozitif ayrımcılıkla başlıyorum betimi okumaya.
saçma sapan uygulama. bunu destekleyen kadınlar da zır cahil benim gözümde. benim fikrim çok da mühim değil tabi ama şöyle düşünelim:
kendini mahkemede avantajlı görmek tamam. evet bir erkeğin karşısında sizin sözlerinizin daha kıymetli olması bencil bünyenize iyi gelebilir belki. fakat hayat her zaman o kadar da kötü değil. farzedelim ki mutlu bir evliliğiniz ya da aile hayatınız var... eşiniz/babanız/kardeşiniz kötü niyetli komşunuzun iftirasına uğradı. o halde ne olacak sanıyorsunuz?
hiç mi yok komşusunun eşine göz diken kadın? ben bizzat canlı örneğini tanıyorum. bu kadın gayet doğal bir şekilde eşinize iftira atabilir. hele bir de beraber asansöre falan bindiklerini destekleyen herhangi bir kamera görüntüsüyle eşinizin adını tecavüzcüye çıkarabilir.
bu ahlaksızlık, o kadının değil buna izin veren hukun ahlaksızlığıdır.
düzgün bir hukuk sistemi şahısların cinsiyetiyle ilgilenmemeli.
delil aramaksızın kadının lafına güvenmek, "hiçbir kadın yalan söylemez." demektir ve bu uygulama insan haklarına aykırıdır. suçun kadını erkeği olmaz. bunu savunan kesinlikle faşisttir ve empati yoksunudur. hiçkimse bir başkasının ağzından çıkan birkaç cümle yüzünden işlemediği suçlardan hüküm giyemez. giymemeli. eğer öyle olması gerektiğine inanıyorsanız, kendi çocuklarınızın tecavüzcü damgası yiyerek hapis yatmasını ve kalan hayatını o leke ile geçirmesini diliyorum. umarım bu şekilde anlarsınız saçmaladığınızı.
sadece hukuk değil bugün herhangi bir yerde bir kadın tarafından iftiraya uğrayabiliyor erkekler. bunun sonucunda ne olduğunu bile bilmeyen, olaydan bihaber bir kalabalık tarafından darp edilebiliyorlar.
herhangi bir sevgili çifti düşünün mesela, mutlu mesut beraber yaşıyorlar. erkek ayrılmak istediğini söylüyor ve kadın tecavüz ettiği gerekçesiyle adamı şikayet ediyor... kadının vajinasında adamın sperm örnekleri de mevcut... hadi buyurun cenaze namazına.
bu tutum katil yetiştirir. bu tutum şiddeti arttırır. insanların haklarına açıkça saldırıp, onların uysal birer kedi gibi boyun eğmesini bekleyemezsiniz. ben burada erkek olarak değil bir insan olarak söylüyorum: eğer o şekilde bir iftiraya maruz kalırsam, o iftirayı atan şahıs, kadın ya da erkek, kendisine kaçacak delik arasın. dünyasını başına yıkarım. bu işin kadını erkeği olmaz gerekirse ömrümün sonuna kadar hapis yatarım, gerekirse idamı göze alırım ama o kişiye dünyayı dar ederim.
hukuk önünde kadın ve erkek eşit olmalı diyen zihniyettir.
nesnel kadın zihniyeti ise her koşulda erkeğin suçsuz olduğunu ispatlaması gerektiğini savunur. çünkü tarafsızlık bunu gerektirir.
adalet yerine, kısa vadede kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden insanlara üzülüyorum. kendinize en büyük zararı siz veriyorsunuz. gerçekten umuyorum ki yakın çevrenizden biri bir iftira yüzünde hayatından olmaz.
benim "yalan" yüzünden hapis yatmış arkadaşlarım oldu. olmasaydı da empati yapardım evet. o insanların ve ailelerinin çektiklerini siz bilemezsiniz.
sen sıcacık yatağında yatarken teröristle çatışan vatansever bir adam "terör örgütüne üye olmak" gerekçesiyle hapis yatabiliyor bu ülkede.
siz, "benim başıma gelmez" diyenler, haberleri gazetelerde okuyup geçiyor olabilirsiniz belki ama o bencil erkek zihniyetine sahip sandığınız bir sürü masum insan sürünüyor.
ha masum insanların başına öyle şeyler gelmez değil mi? umarım sizin başınıza gelmez... içiniz kanayarak hak vermezsiniz burada yazdıklarıma.