Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır.
Bu siteye giriş yaparak çerez kullanımını kabul etmiş sayılıyorsunuz.
daha fazla bilgi
iyi ki doksanlarda çocukmuşum. şimdilerde olsam kesin ipsiz, sapsız, it, kopuk olurdum. kendimi biliyorum çünkü rahat durmazdım ben. 90'larda çocukluk yaptığım durum ortada. :)
beni adam etmek** için az çaba harcamadı biricik ailem. sağolsunlar.
gerçi bizim yaramazlık anlayışımız: zillere basıp kaçmak, ayakkabısını kapısının önünde bırakan komşuların ayakkabısının içine kurbağa, elma çöpü vs. koymak çerçevesinde masum şirinliklerdi ama hayatı ciddiye almama konusunda bu günlere geleceğim çocukluğumdan belliydi sonuçta, tehlikeli hadiseler başımdan eksik olmazdı.
90'larda çocuk olmanın en büyük avantajı, dostlukların ve oyunların dijital olmamasıydı sanırım. bu bizim için büyük bir şans.
çünkü günümüz dünyasının dijital ortamında dostunu bir başkasıyla değiştirmek bir butona basmak kadar kolayken, bizim çocukluğumuzda sahip olabileceğimiz dostlar mahalledeki çocuklarla sınırlıydı. yani birbirimizin kıymetini iyi bilirdik şimdikilere nazaran.
seçmek sorumluluk almaktır. seçimin sonuçlarının seçen kişi tarafından göze alındığı kabul edilir.
peki seçim yapmamak sorumluluktan kaçmak mıdır? bence hayır. çünkü seçim yapmamak zamanın akışını ve olayların sonuçlarını ortadan kaldırmayacak, bu kez seçim yapmamış olduğunuz durumun sonuçlarına katlanmayı göze almış sayılacaksınız.
aslında seçim yapmamak da bir seçim olduğuna göre seçim yapmamayı seçerek yine bir seçim yapmış oluyor ve sonuçlarına katlanmak durumunda kalıyorsunuz. bu bir paradoks gibi görünse de aslında değil. seçim yapmama gibi bir şey söz konusu değil. hayatta olduğunuz sürece seçim yapmak ve sorumluluk almak zorundasınız. ortada içlerinden biri seçilecek iki obje varken aslında seçenek üç tanedir. hiçbirini seçmemek de bir seçenek ve seçimdir. *
bu tip konularda konunun kadın cinsiyeti özelinden ilerlemesi benim canımı sıkıyor. bir insanın öldürülmesi durumunun, o insanın kadın ya da erkek olduğuna göre anlamlandırılacak olması çok huzursuz edici. öldürülen erkek öğretmenler yok mu yani?
kesinlikle cinsiyetçi bir insan olmadığım için söylüyorum bunu. farzedelim ki ceren erkekti ve katil kadındı...
aynı şekilde bir iftiranın ortaya atılması durumunu hayal edin lütfen.
hiçbir çaba gerektirmeksizin maktül bir sapık olarak yaftalanacak ve katil kadın için imza kampanyaları başlatılacaktı muhtemelen.
çünkü hassas noktamız kadınların gördüğü şiddet. böyle durumlarda kadınları masum, erkekleri suçlu görme eğilimindeyiz her seferinde.
ceren'in öldürülmesi konusunda kadına atılan yakışıksız bir iftira olabilir fakat bunun ceren'in kadın olması ile alakası yok. günümüzde bir kadını yaftalamak erkeği yaftalamaktan daha kolay değil.
kendisine yüz vermeyen bir adamı toplum içerisinde, "beni taciz ediyor." bahanesi ile linç ettirebiliyor bir kadın çok rahat bir şekilde. hatta okuduğum bazı haberlere göre mahkeme bile kadının ifadesini esas alıyor bu konuda.
not: çocuk sahibi olanlar ya da düşünenler lütfen yanlış anlamasın. insan duygusal bir canlı. sadece mantık ile hareket etmiyoruz sonuçta.
mantıksız bulduğum eylem. inançlı ya da inançsız bireyler olmaksızın öldükten sonra gidebileceğiniz en az üç yer var.
1. cennet
2. cehennem
3. hiçlik (yok oluş)
henüz çocuk yapma fikrini aklından bile geçirmeyen müstakbel bir ebeveynin müstakbel çocuklarının şu an 3. seçenek olan hiçlikte olduğunu varsayalım. eğer çocuk yapma kararı ortaya çıkmazsa çocuk da var olmayacaktır.
diyelim ki karar verildi, çocuk yapıldı. çocuğu hiçlik konumundan alıp dünyaya getirdiniz. şimdi artık onun önünde, öldükten sonra gidebileceği 3 seçenek bulunuyor. her birinin ihtimalini eşit olarak düşünürsek ki belirsiz olduğu için abes bir yaklaşım olmayacaktır. elbette ki cennetlik çocuklar yetiştirmek sizin elinizde olabilir fakat o konuya daha sonra değineceğim.
çocuğunuz 1/3 ihtimalle cennete yani daha önce bulunduğu yerden daha iyi bir yere gidebilme şansına sahip ki ortam şartları bu ihtimali hayli azaltıyor da olabilir. 1/3 ihtimal ile daha kötü bir yere gidecek. diğer 1/3 ise zaten çocuğun geldiği yere geri gitmesi ihtimali oluyor ki bu da çocuğun, hayatı ne olursa olsun yaşamaya değer bulacağını varsaymak ön kabulü ile mantıklı olabilir. yani düşünsenize, sırf hayat yaşanabilir diye çocuğu hiç ortada yokken cehennem tehlikesi ile karşı karşıya bırakmış oluyorsunuz.
bir de kafama takılan bir ikilem var. bebekler öldüğünde cennete giderler inancına sahip insanların, bebekler öldüğünde üzülüyor olması. eğer gerçekten onların cennete gideceğine inanıyorsanız neden üzüyorsunuz diye sorasım geliyor. dünya zevklerini tadamadığı için mi yoksa aslında kendiniz için mi üzülüyorsunuz?
mesela kendi bebeğini öldüren bir adam/kadın aslında ona iyilik yapmış olmaz mı? yoksa öldükten sonra, hayatın kendisinden daha kötü şeylerle karşılaşması ihtimali de var mı? eğer çocuk doğrudan cennete gidecekse bu ona iyilik yapmak olurdu diye düşünüyorum. hatta ona yapılan bu iyilik karşılığında cehennemi göze alarak büyük bir fedakarlık da sayılır.
neredeyse hiçkimse, bu düşünce doğrultusunda hareket etmez. yani aslında mühim olan çocuğun akıbeti ya da ne olacağı değil, bizzat insanın kendisidir. çocuk yapmak, hayatta kalma ve yaşadığı ortama hükmetme dürtüsünden başka bir şey değildir.
hormonlar da evrimsel sürecimizin baharatı olsa gerek ki çocuk sahibi olmak tarifsiz duygular yaşatıyor insanlara. hatta onların başarıları ile gururlanmak...
tamamı şahsi görüşümdür tartışmaya açıktır.
edit: peki insan niçin çocuk yapar? aslında tamamen hayatta kalma içgüdüsü. genlerini sonraki nesle aktarmanın sizi hayatta tutacağına inanırsınız farkında olmadan. halbuki o çocuk sizin genlerinizle galaksinin diğer ucuna bile gitse oraya giden kişi siz olmayacaksınız. ancak içgüdüsel olarak, kendini hayatta tutmayı amaçlayan bir eylem olmuş oluyor neslini devam ettirmeye çalışmak. yani birden fazla hayvanın, herkese yetmeyeceği belli olan bir besin için birbiriyle kavga etmesi gibi pervasızca her şeyi göze alarak yaşamak için savaşmak. tıpkı hayatı tehlikeye giren her canlının verdiği savaş gibi. eğer sürüyü kovalayan bir aslan varsa, hiçbir ceylan sürüyü düşünmez. herkes kendi canının derdine düşer. çocukların hayatta kalması için kendini feda etmek ise, yine kendi neslini çocuğunun devam ettirme şansının daha yüksek olduğu inancından kaynaklandığını düşünüyorum. kendini ölüme, yok oluşa çocuğundan daha yakın hissediyorsan neslini devam ettirmek için önünde daha fazla fırsatı olan çocuğunun hayatta kalmasını tercih edersin. çünkü o senin neslini devam ettirecektir.
sözlük zirvelerinden birinin gerçekleştiği taksim'deki bir kafe.
aramızda kaptanlık mesleği mensubu bir arkadaş, o an tesadüfen mekanda bulunan bir sevgili çifte nikah kıymıştı. sembolik bir nikahtı ama bence sayılır. *
einstein'ın genel görelilik ilkesine göre kütlesi olan her cismin uzayzamanı bükmesi neticesinde oluşan kuvvet.
geçtiğimiz yıllarda (2015), milyar yıldan daha eski bir olayın, iki dev karadeliğin birbiri içerisine çökmesinin, sonucunda oluşan yerçekimi dalgalarının dünya'ya kadar ulaşması ile einstein'ın teorisi kanıtlanmış sayıldı.
kütlesi olan her şey, uzayzamanı bükebilir, döndürebilir, uzatabilir ya da kısaltabilir. kısacası uzayzamanın şeklini değiştirebilir. ve her cisim uzayzamanda hareket ederken o şekli takip eder.
iki nokta arasındaki en kısa mesafenin düz bir çizgi olduğu düşüncesi bu bakımdan bir yanılsamadır. "düz" algımız o çizginin uzayzamanın şeklini takip etmesiyle ilgili. şöyle düşünün, kıtalar arası uçan bir uçak irtifasını korumak için sürekli olarak düz gitmek durumundadır. fakat aslında dünyanın etrafında dönmekte yani bir eğri çizmektedir.
peki bu hareketin düz olarak algılanıyor olması ya da eğri olarak görülebiliyor olması nasıl açıklanabilir? her hareket bir referans noktasına göre incelenir.
siz bir araçla yolculuk yaparken ya da yürürken yanından geçtiğiniz bir ağaca göre hareket halindesinizdir. fakat ağaç da size göre hareket halindedir. peki bu durumda gerçekten hareket eden obje siz misiniz? yoksa ağaç mıdır? sorulması gereken soru: "hangi referansa göre?" sorusudur.
aslında ne şekilde olduğunu bile bilmeğiniz bir uzayzaman rotasını izlerken düz gittiğinizi düşünüyor olmanız bu sebeple çok doğaldır. çünkü referansınız uzayzamandır. tıpkı uçakta ya da araçtayken referansınızın dünya olması gibi, referans noktasını sabit kabul edersiniz. oysa dünya'da dönmekte. yani aslında dünyanın açısal dönüş hızında ve ters yönde hareket ederseniz, uzayzamandaki bir referansa göre hiç değilse kendi etrafınızda dönmeden, yalnızca güneşin etrafında dönmüş olursunuz.
gönül ister ki bütün güzel metallica şarkıları hakkında takır takır yazayım şuraya ama herhalde kalan ömrüm yetmez. *
sözleri ve müziğiyle adeta kendimden geçmeme neden olan metallica şarkılarından yalnızca biri bu.
her şey herkeste aynı duygulara dokunamıyor. size metallica dinlerken yaşadığım duyguları anlatabilmek isterdim. ama pek mümkün değil malesef.
life it seems will fade away
drifting further everyday
getting lost within myself
nothing matters no one else
ı have lost the will to live
simply nothing more to give
there is nothing more for me
need the end to set me free
things not what they used to be
missing one inside of me
deathly loss this can't be real
cannot stand this hell ı feel
emptiness is filling me
to the point of agony
growing darkness taking dawn
ı was me but now, he's gone
no one but me can save myself, but its too late
now ı can't think, think why ı should even try
yesterday seems as though it never existed
death greets me warm, now ı will just say goodbye
goodbye
söylemeye çekiniyorum ama hiç değilse uzak gelecekte bir satranç zirvesi olmasını isterdim. * şaka şaka tamam. belki normal bir zirvede, fırsat bulur oynarım biriyle.
geçen hafta çarşamba günü benzer bir olayı yaşadım.
iş çıkışı halısaha maçına giderken, kalbime giren ani ve çok şiddetli bir ağrı ile kitlendim kaldım resmen. öyle derin nefes alınca bıçak saplanmasına benzer bir şey olur ya ara sıra, onun gibi değil daha çok ani bi kramp gibiydi, ayaktaydım fakat hareket edemedim ve 3-4 saniye sonra sanki kalbim sol kolumun altından göğüs kafesime çarpmış gibi bi his oldu. aslında kalp oraya çok da yakın sayılmaz ama his öyle bir şeydi sanki birisi içerden kaburgama parmağıyla vurmuş gibi bir his. sonra devam ettim işte, halısahaya gittik ilk 10-15 dk hafif ağrı hissettim kalbimde sonra geçti. henüz doktora görünmedim.
çarşamba veya perşembe günü gitmeyi düşünüyorum. içinizde doktor varsa tavsiyelerinizi alabilirim.
insan olarak baktığımda; dünyaya gelmiş olan herhangi bir canlının, o dünyaya gelene kadarki sürede toplumların geçirmiş olduğu değişimlerden etkilenmiyor olması gerektiğine inanıyorum. örneğin; kapitalist bir toplumun içerisinde doğmuş olmanız o kurulu sistemin bütün kurallarına harfiyen uymanız gerektiği anlamına gelmemeli. bir kölenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş olmak sizi bir köle olmak zorunda bırakmamalı.
devletler, bir insan topluluğunun hayatta kalmasına yardımcı olması maksadıyla o topluluk üzerinden aslında o toplumu oluşturan her bir bireyi korumak için yine o topluluk tarafından oluşturulan yapılardır. hiçbir devlet ya da hiçbir otorite, yaşayan ve içerisinde bulunduğu topluma zarar verme gayesi olmayan herhangi bir birey üzerinde yaptırım gücüne sahip olmamalıdır.
fakat devlet, kendisini oluşturan toplumun bir öğesi olan her bir bireyi; gerek aynı toplumun içerisindeki gerekse farklı toplumlardaki kişilerin ya da kuruluşların zararlı ve yaşama hakkını tehdit eden davranışlarından korumakla yükümlüdür.
bunu başaramayan devlet, sorumlu olduğu topluma karşı suç işlemiş sayılır. devletin topluma karşı işlediği suçların cezası toplum tarafından verilmek zorundadır. devleti oluşturan organların yine devletin kontrolünde oluyor olması, devletin dokunulamaz bir oluşum olduğu anlamına gelmez. devletin varlığının yegane sebebi, onu ortaya çıkaran toplumdur. hiçbir bilinçli canlı kendi oluşturduğu bir sistemin altında ezilmeye mahkum değildir.
otizmli olsun ya da olmasın, toplum içerisindeki herhangi bir bireyin topluma karşı işlediği herhangi bir suç olmaksızın, toplum tarafından cezalandırılması söz konusu olamaz. bu, yukarıda bahsettiğim üzere devletin var olmasının temel amacıdır.
basit bir düz mantıkla, ben ve arkadaşlarım bir araya gelerek mahallemizde hoşumuza gitmeyen insanları sopalarla dövebiliriz. ve hatta öldürebiliriz. bunun herhangi birini toplum içerisinde rencide edilmesi ya da ötekileştirilmesinden farkı yok benim gözümde.
uzattığımın farkındayım fakat herkeste boyun eğme eğilimi gözlemliyorum ve bundan nefret ediyorum. yetiştirilme tarzından mı, toplumsal duyarsızlaşmadan mı, kanıksamışlıktan mıdır bilmiyorum. sanırım kanıksamışlık bu. geçmişte ve günümüzde devletlere gerçekten ihtiyacımız olduğu toplumsal bilinciyle, onlara bir şey olacak diye çok korkuyoruz. aslında devleti ortadan kaldırmak değil, kendilerine devleti yönetme gücünü verdiğimiz insanları cezalandırmamız gerektiğini düşünüyorum.
çocuklarımızın da özgür düşünebilen, haklarını bilen birer bireyler olması için çabalamalıyız. kendi çocuğuna doğruyu, yanlışı öğretemeyen insalar devletin veya başka insanların yanlışlarını hiç düzeltemezler. kendi toplumumuzun en kötü hastalıkları olan, boyun eğme ve biat etmeyi ortadan kaldırmak gerekiyor.
elfler tarafından narsil'in parçalarından yeniden yapılan kılıç. narsil v2.0 denilebilir. kralların kılıcı.
yeni nesil, keskinleştirilmiş, ağırlık optimizasyonu sayesinde tek elle kullanılabilen bir şövalye kılıcıdır. *
not: filmdeki anduril greatsworda benziyor olsa bile aslında tek elle kullanılan bir kılıçtır.
ayrıca;
güzel betimler giren bir yazar. tolkien ve orta dünya seven bir yazar olmasından dolayı betimlerine objektif yaklaşmakta sorun yaşayacağımı belirtmem gerek. betimden önce mahlası okursam pozitif ayrımcılıkla başlıyorum betimi okumaya.
akdeniz şehirlerinden biri, sanırım antalya'da trafik ışıklarında yapabilirsiniz. hayatımda oradaki kadar uzun kırmızı ışık süresi görmedim. biraz kestirmeye yetecek kadar vaktiniz oluyor.
trafik öyle aşırı yoğun da değil yani sebebi nedir bilmiyorum.
türkiye'de, bir kez olsun izlemeyen insanları tek başıma temsil etmekte olduğuma inandığım tv programı. içeriği hakkında en ufak bir fikrim bile yok. istesem bu kadar sakınamam kendimi bir şeyden.
bunca insan izliyorsa kesin faydasız bir şeydir. bizim ülkede faydalı bir şeye yoğun rağbet olmaz genelde.
kralların oyunu, oyunların kralıdır. hiçbir zaman sıkılmayacağımı bildiğim tek oyun.
sevdiğim için söylemiyorum, faydaları muazzamdır. keşke daha erken merak salsaymışım. keşke çocukken zorla oynatsalarmış diyorum. bir gün bir çocuğum olursa ve satrancı sevmezse ki ihtimal düşük, işkence ede ede oynatacağım. varsın okumasın sadece satranç oynasın. gerisini kendisi halleder.
abd'deki arizona üniversitesi'nde astronomi ve moleküler hücre biyolojisi departmanında doçent olarak görev yapan türk bilim insanı betül kaçar, evrende yaşamın izlerini araştırmak için oluşturulan nasa ekibine geçen hafta kabul edildi. çok gurur duydum, duyuyorum.
yazarların kendilerini aslında nasıl kısıtladığının aynası gibidir.
işin içinde "kadın" olunca herkes önce bir duruyor sonra kadın nasıl davranıyor, kadın nasıl olmalı, kadınla ilgili konu nasıl işliyor? bunlara kafa yoruyor ve kadın ile ilgili değilse daha doğrusu içinde kadın, anne, kadına şiddet, tecavüz, tek taş, evlilik gibi kelimelr geçmiyorsa ya başlık açılmıyor ya da betim girilmiyor.
kadın ve kadın olmak sadece bu ve bunun gibi konularla mı oluyor? kadın gerçekten hayatın diğer konularından bi haber mi yoksa görmezlikten mi geliyor?
sanat, bilim,siyaset, teknoloji... geçtim her şeyi hiç mi insani olarak paylaşacağı bir şey yok.
sözlüğü neden açtık biliyor musunuz? kadın kendini sadece belli kelimeler ve kavramlara sıkıştırdığı için bu kadar kadına yönelik şiddet, hoş görüsüzlük, tahammül edememe var.
işin kötü tarafı kadın bu düşünüş şekliyle bunu bilinç altından desteklediğini de bilmiyor.
sözlük bütün bunların dışında kendi gibi yazabilsin istediği her konuyu ayıplanma, utanma veya kötü hissetmeden yazabilsin diye açıldı.
hiç ayıplanmanın olmadığı bir ortamı hayal edebiliyor musunuz? korkmadan sadece kendiniz olarak "ol"abileceğiniz. belki de kendi kaderinizi kendiniz yazmaya başlayabileceğiniz bir yer.
mutluluk verici bir sorumluluk. yazarımız guess'i de dahil olduğu için tebrik etmek gerek.
ali denizci'nin tedx konuşmasını bende izledim şimdi. etkilenmemek elde değil.
sizlerde buyrun;
deliler kahvehanesi; balat'ın ara sokaklarından birinde görünüşte cafe ama içinde yüzlerce yaşama dokunan bir dernek.
deliler aşevi, kırtasiye, butik, cafe olarak birçok alanda tamamıyla gönüllülük esasıyla çalışan bir oluşum. kurucusu ali denizci, çok farklı bir hayattan gelip sonunda "görüyorsam, duyuyorsam sorumluyum" diyerek bu oluşumu hayata geçirmiş bir "deli" kendi deyimiyle. ali denizcinin internetteki tedx konuşmasına denk gelmemle başladı tanışıklığım deliler kahvehanesiyle. aşevinde sanırsınız konyalı menüsü çıkıyor her akşam, gönüllü aşçıların gündüz yaptığı yemeklerle her akşam ortalama 150 insanımız doyuyor(%92,si evsiz), butiğe gelen kıyafetler ihtiyaç sahiplerine veriliyor, kullanılmamış olan yeni kıyafetler yalnızca evsizler için, bu günlerde gönüllüler. parkları, sokakları dolaşıp sokakta yatanlara battaniye, uyku tulumu dağıtıyor, kırtasiyeden çocuklar istediğini alıyor, atölyede ritm, resim vb. etkinlikler yapılıyor, ülkenin her yerine kütüphaneler kuruluyor, ihtiyacı olanlar ameliyat ettiriliyor, muhtaç durumda olanlara oda kiralanıyor ve bunların hepsini sadece kocaman bir gönüllüler grubu yapıyor. bir gün yolunuzu düşürün balat'a gelin kahvemize. orada olup ihtiyacı olana destek vermek insanın kendine yaptığı yardım aslında, kendine olan yolculuğunda tamamlanmak için..ali abinin dediği gibi bunun için "sevmek lazım, hem de çok sevmek"!
hatta bir gün yazarlar zirvesini deliler kahvesinde yapmaya ne dersiniz?
eylülden beri devam eden son bir haftadır hız kazanan yangın küresel ısınmanın yarattığı korkunç gerçeklerden biri. dörtyüz seksen milyon hayvanın telef olduğu facia dünyanın sonunu getirdiğimizin göstergesi. yanan bir ormanın önünde kaçmaya çalışan kanguru ve yangından yaralı kurtulan korkmuş acı icindeki koalaya su içirilen görüntüler felaketin tematik fotoğrafları olarak kalmamalı ve hafızalarımıza kazinmali.
açıkcası altaylı'nın bu atasözünü köy yanar deli kız taranır olarak kullanmış olmasını tercih ederdim.
çünkü ne olursa olsun o bir anne. ve masum bir kız çocuğu gün gelecek bu saçmalıklarla boğuşacak. ki şeyma'nın altaylı'ya cevap videosununda da görebileceğiniz gibi kadın "benden bir şey beklemeyin" diyor. "beni önemli bir yere koymayın" diyor.
acun ılıcalı ile evlendi diye kusursuz bir kadın mı olması gerekiyordu? nedir şeyma'nın her yaptığını bu kadar olay yapmanız? görmezden gelin gitsin. bu altaylı'ya olan eleştirimdi.
gelelim şeyma'nın videodaki diğer sözlerine...
beni erkekler değil, kızlar, hatta küçük kızlar takip etsin diyor. pardon?
bu ülkenin kız çocuklarının doğru rol modellere ihtiyacı var. lütfen dileklerini doğru tut.
sezonu bitirip geldiğim türk yapımı netflix dizisidir.
beren saat 'in beden diline karşı bir antipatim olsa da göbeklitepe ve "bakalım ne yapmışız" merakım ile tamamladım.
oyunculuklardaki vasatlık ve senaryodaki bazı kopuklukları saymazsak iyi bir akıcılığı vardı. tipik türk korku filmlerindeki cindi, büyüydü olaylarından değil de şamanizm üzerinden gitmiş olmaları hoşuma gitti. ayrıca anadolu'yu istanbul ile modernize etmeleri ülkemizin iyi tanıtımı açısından güzel olmuş.
umarım diğer sezonlarda karakterlerin altını daha doldurabilirler.
ne bileyim admin, moderatör kimin yetkisi var ise, sözlük hesabı tekrar aktif olan eski yazarların kayıtlı e-posta adreslerine ilginç davet mailleri gönderilebilir.
başka bir sözlükte gördüğüm bu yöntem bir miktar işe yaramış gibiydi.
j.r.r. tolkien tarafından yazılan ve ilk kez 1954 yılında yayınlanan fantastik bir roman.
bu eser, yine yazarın kendisi tarafından oluşturulan orta dünya'nın çok kısa bir dönemini anlatır. bu kısa dönem içerisinde yaşanan olayların anlatılması sırasında kullanılan tüm hayali ürünler (karakterler, mekanlar, tanrılar, vb.) tolkien tarafından titizlikle çalışılmış ve dış kaynaklarla beslenerek neredeyse tanımsız bir bilgi kalmayacak kadar kusursuz bir evren yaratılmıştır.
öyle ki; farklı ırkların konuştukları diller dil bilgisi kurallarına kadar yaratılmış ve gerçek hayatta konuşulabilir diller haline getirilmiş.
koskoca evren, bir insan ömrünün elverdiği ölçüde ilmek ilmek işlenmiş ve boşluğa yer verilmemiştir. benim için; edebi eserler arasında birinci sıradadır. kutsal kitap niteliğinde dev bir yapıt. insanlık tarihinin nesilden nesile aktarması gereken muhteşem bir eser.
başta da belirttiğim gibi yüzüklerin efendisi orta dünya tarihinin çok kısa, 10 - 20 senelik bir kısmını anlatmakta. normalde orta dünya tarihi, silmarillion romanı ile başlıyor. tek olan eru ve ilk yaratılan ainur'dan, kainatın ve dünyanın yaratılmasına, diğer ırkların nasıl ve kim tarafından yaratıldığına, dünya üzerindeki ilk savaşa kadar her ayrıntı silmarillion'da mevcut.
yüzüklerin efendisi; üç film olarak peter jackson tarafından oldukça başarılı bir şekilde sinemaya uyarlanmış ve romanın aslına kıyasla bazı eksikliklerine rağmen güzel bir özeti olarak defalarca seyredilmeye değer.
elfler tarafından narsil'in parçalarından yeniden yapılan kılıç. narsil v2.0 denilebilir. kralların kılıcı.
yeni nesil, keskinleştirilmiş, ağırlık optimizasyonu sayesinde tek elle kullanılabilen bir şövalye kılıcıdır. *
not: filmdeki anduril greatsworda benziyor olsa bile aslında tek elle kullanılan bir kılıçtır.
ayrıca;
güzel betimler giren bir yazar. tolkien ve orta dünya seven bir yazar olmasından dolayı betimlerine objektif yaklaşmakta sorun yaşayacağımı belirtmem gerek. betimden önce mahlası okursam pozitif ayrımcılıkla başlıyorum betimi okumaya.
gönül ister ki bütün güzel metallica şarkıları hakkında takır takır yazayım şuraya ama herhalde kalan ömrüm yetmez. *
sözleri ve müziğiyle adeta kendimden geçmeme neden olan metallica şarkılarından yalnızca biri bu.
her şey herkeste aynı duygulara dokunamıyor. size metallica dinlerken yaşadığım duyguları anlatabilmek isterdim. ama pek mümkün değil malesef.
life it seems will fade away
drifting further everyday
getting lost within myself
nothing matters no one else
ı have lost the will to live
simply nothing more to give
there is nothing more for me
need the end to set me free
things not what they used to be
missing one inside of me
deathly loss this can't be real
cannot stand this hell ı feel
emptiness is filling me
to the point of agony
growing darkness taking dawn
ı was me but now, he's gone
no one but me can save myself, but its too late
now ı can't think, think why ı should even try
yesterday seems as though it never existed
death greets me warm, now ı will just say goodbye
goodbye
eski zamanlarındaki gibi aktif olmasını çok isterdim. tabi bunun için devamlı yazmak gerekiyor ne yazık ki çok boşluyorum ben de. hepinizden bu pervasız unutuşum için özür diliyorum. buradaki eski arkadaşların bile çoğunu unuttum. umarım hatırlamak kısmet olur.
kesinlikle kadın olarak kullanılması gerekiyor. ilk duyduğum zamanlar ben de buna takılan insanlara tepki göstermiştim.
üzerinde ciddi anlamda uzun bir süre düşündükten sonra haklı oldukları kanısına vardım.
önemli olan ne maksatla kullanıldığı, ne anlamda kullanıldığı... diye düşünüyodum doğal olarak çünkü önemli olan hep anlamdı benim için. ancak nedenleri sorgulamaya başlayınca insan şoka uğruyor. mesela neden erkeklere 'bay' diye hitap edilmiyor?
bayan kelimesinin niçin kullanılmaya başlandığını bilmiyorum. ancak kadın kelimesinin, kadınların bekareti hakkında yargı bildiren bir kelimeye dönüşmüş olması incelenmeli.
mesela bir çocuğun erkekliğe ilk adımının sünnet olmak olması(!), ki bu çok saçmadır, kadınların kadınlığa ilk adımının cinsel ilişkiye girmiş ve bekaretini kaybetmiş olması(!) olarak düşünülmüş olsa gerek ki kadın kelimesi, bir kızın(!) bekaretini kaybettikten sonra(!) kazandığı bir ünvan haline gelmiş.
"kadın kelimesi çok kaba, o yüzden kibar olmak için bayan kelimesini kullanıyorum." diyen bir insan, kadın kelimesinin niçin kaba bir kelime olduğunu açıklamak zorundadır. açıklayabilir mi? hayır. dönüp dolaşıp varacağı yer kızlık mevzusudur.
bu konu şöyle dursun. bir cinsiyet belirten kadın kelimesi bir hitap sözü olan "bayan" kelimesi ile ikame edilmeye çalışılıyor. bu neresinden baksanız saçmadır. hitap şekli olarak birisine "bay" demiyorsanız "bayan" da demeyiniz. "bayım" kelimesi bile sayılmaz çünkü hiçkimsenin "bayanım" dediğini duymadım.
bayan; kendi başına zararlı bir kelime değil, hakaret içermez, baymak kökünden türemez. kullanım biçimi ve hangi anlamda kullanıldığı ise zarar verici ve yıpratıcıdır. bir cinsiyeti baskılamaya ve yok etmeye çalışır. zararlı olabilir.
hepsinin ötesinde dil, çok önemli bir toplumsal kültür aracıdır. bir toplumun diline bazı kelimeleri ekleyerek ya da dilinden bazı kelimeleri çıkararak o toplumun kültürünü, hayata bakışını değiştirebilirsiniz. george orwell'in 1984 aldı romanını tavsiye ederim.
tarihte belli mecralarda kullanımı yasaklanan ve kullanılmayan kelimelere, onların yerine sonradan üretilen ya da başka dillerden devşirilen kelimelere bakın ne demek istediğimi anlayacaksınızdır.
eğer bir toplumu baskılamak istiyorsan onların jargonunu ortadan kaldırmaya çabalamak iyi bir başlangıç olacaktır. kadın kimliğini baskılamak için uydurulan "bayan" kelimesine karşıyım.
sığırın dişisine inek derken kaba olmuyorsak, insanın dişisine kadın derken de kaba olmuyoruzdur. insan türünün dişisine kadın denir. eğer bayan denilseydi çocuklarınız dünyaya kız olarak değil bayan olarak gelebilirdi çünkü bayan kelimesi yaş, bekaret, vb kavramlar içermeyen gayet kibar bir kelime değil mi?
bir çocuk doğduğunda, oğlan ya da kız denilebilir. insan yavrusunun isimleri olabilir bunlar gayet tabii. eğer birine erkek, diğerine kız diyorsanız yanlış yoldasınız demektir. o erkekse, öteki de kadındır.
tdk'nın tanımına göre edep kelimesinin birinci anlamı: "toplum töresine uygun davranma." demekmiş. yani çok da kafaya takılacak bir şey değil. edepsizlik güzel şey. sırf töre öyle emrediyor diye cinayet işlememek de edepsizlik bu tanıma göre.
bence mantıklı.
edepsizliği kötü bir şey olarak algılamak hata olabilir.
elfler tarafından narsil'in parçalarından yeniden yapılan kılıç. narsil v2.0 denilebilir. kralların kılıcı.
yeni nesil, keskinleştirilmiş, ağırlık optimizasyonu sayesinde tek elle kullanılabilen bir şövalye kılıcıdır. *
not: filmdeki anduril greatsworda benziyor olsa bile aslında tek elle kullanılan bir kılıçtır.
ayrıca;
güzel betimler giren bir yazar. tolkien ve orta dünya seven bir yazar olmasından dolayı betimlerine objektif yaklaşmakta sorun yaşayacağımı belirtmem gerek. betimden önce mahlası okursam pozitif ayrımcılıkla başlıyorum betimi okumaya.
saçma sapan uygulama. bunu destekleyen kadınlar da zır cahil benim gözümde. benim fikrim çok da mühim değil tabi ama şöyle düşünelim:
kendini mahkemede avantajlı görmek tamam. evet bir erkeğin karşısında sizin sözlerinizin daha kıymetli olması bencil bünyenize iyi gelebilir belki. fakat hayat her zaman o kadar da kötü değil. farzedelim ki mutlu bir evliliğiniz ya da aile hayatınız var... eşiniz/babanız/kardeşiniz kötü niyetli komşunuzun iftirasına uğradı. o halde ne olacak sanıyorsunuz?
hiç mi yok komşusunun eşine göz diken kadın? ben bizzat canlı örneğini tanıyorum. bu kadın gayet doğal bir şekilde eşinize iftira atabilir. hele bir de beraber asansöre falan bindiklerini destekleyen herhangi bir kamera görüntüsüyle eşinizin adını tecavüzcüye çıkarabilir.
bu ahlaksızlık, o kadının değil buna izin veren hukun ahlaksızlığıdır.
düzgün bir hukuk sistemi şahısların cinsiyetiyle ilgilenmemeli.
delil aramaksızın kadının lafına güvenmek, "hiçbir kadın yalan söylemez." demektir ve bu uygulama insan haklarına aykırıdır. suçun kadını erkeği olmaz. bunu savunan kesinlikle faşisttir ve empati yoksunudur. hiçkimse bir başkasının ağzından çıkan birkaç cümle yüzünden işlemediği suçlardan hüküm giyemez. giymemeli. eğer öyle olması gerektiğine inanıyorsanız, kendi çocuklarınızın tecavüzcü damgası yiyerek hapis yatmasını ve kalan hayatını o leke ile geçirmesini diliyorum. umarım bu şekilde anlarsınız saçmaladığınızı.
sadece hukuk değil bugün herhangi bir yerde bir kadın tarafından iftiraya uğrayabiliyor erkekler. bunun sonucunda ne olduğunu bile bilmeyen, olaydan bihaber bir kalabalık tarafından darp edilebiliyorlar.
herhangi bir sevgili çifti düşünün mesela, mutlu mesut beraber yaşıyorlar. erkek ayrılmak istediğini söylüyor ve kadın tecavüz ettiği gerekçesiyle adamı şikayet ediyor... kadının vajinasında adamın sperm örnekleri de mevcut... hadi buyurun cenaze namazına.
bu tutum katil yetiştirir. bu tutum şiddeti arttırır. insanların haklarına açıkça saldırıp, onların uysal birer kedi gibi boyun eğmesini bekleyemezsiniz. ben burada erkek olarak değil bir insan olarak söylüyorum: eğer o şekilde bir iftiraya maruz kalırsam, o iftirayı atan şahıs, kadın ya da erkek, kendisine kaçacak delik arasın. dünyasını başına yıkarım. bu işin kadını erkeği olmaz gerekirse ömrümün sonuna kadar hapis yatarım, gerekirse idamı göze alırım ama o kişiye dünyayı dar ederim.
hukuk önünde kadın ve erkek eşit olmalı diyen zihniyettir.
nesnel kadın zihniyeti ise her koşulda erkeğin suçsuz olduğunu ispatlaması gerektiğini savunur. çünkü tarafsızlık bunu gerektirir.
adalet yerine, kısa vadede kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden insanlara üzülüyorum. kendinize en büyük zararı siz veriyorsunuz. gerçekten umuyorum ki yakın çevrenizden biri bir iftira yüzünde hayatından olmaz.
benim "yalan" yüzünden hapis yatmış arkadaşlarım oldu. olmasaydı da empati yapardım evet. o insanların ve ailelerinin çektiklerini siz bilemezsiniz.
sen sıcacık yatağında yatarken teröristle çatışan vatansever bir adam "terör örgütüne üye olmak" gerekçesiyle hapis yatabiliyor bu ülkede.
siz, "benim başıma gelmez" diyenler, haberleri gazetelerde okuyup geçiyor olabilirsiniz belki ama o bencil erkek zihniyetine sahip sandığınız bir sürü masum insan sürünüyor.
ha masum insanların başına öyle şeyler gelmez değil mi? umarım sizin başınıza gelmez... içiniz kanayarak hak vermezsiniz burada yazdıklarıma.