Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır.
Bu siteye giriş yaparak çerez kullanımını kabul etmiş sayılıyorsunuz.
daha fazla bilgi
iletişim kurabilen her canlı ruhunun temel ihtiyacıdır. bir öğretidir aynı zamanda. birinin size bunu aktarması gerekir, ve bunu ancak sizi severek yapabilir. eğer hiç sevilmezseniz sevmeyi öğrenemezsiniz, biri sizi doğru şekilde sevmezse siz de doğru sevmeyi öğrenemezsiniz.
kadına şiddeti önlemek çok basit aslında, bir imzaya bakar. bakıyor, bakıyormuş! çocuğa şiddeti, istismarı önlemek de öyle, basit yani. bir imza yetiyor, yetecekmiş yani ! niye kimse duymuyor bu adamı yahu? dili dimağı kurudu söylemekten, diyor ki; " bu vahim olayları, bu korkunç olayları engelleriz, yeter ki idamı geri getirsinler". " " ben " diyor " altına imzayı atmaya hazırım " sonra bir tek o mu başka bir kadın da çıkıp diyor ki " yok efendim, ben daha güzel imza atarım idam kararının altına " sonra diğerleri, imzalarım, imzalarım, imzalarım! diye çığırıyor.
her ağzınızı açtığınızda terör estirin, her lafınızla toplumu bölün, parçalayın, ayırın, cinnetin eşiğine getirin. bizatihi kendi beyanlarınız yetmez gibi, aşağılık ne kadar beyan yapabilecek varsa paye verin, kadını aşağılayan cümleleri ardı ardına kurun, kuranı destekleyin. sonra da bunda parmağınız eliniz kolunuz direktifiniz emriniz yok gibi bir de dar ağaçları kurmaya yemin edin. elinizle, dilinizle sistematik olarak kadın katili çocuk istismarcısı üretiyorsunuz ne hapisanelere sığdırabilirsiniz ne öldürmekle bitirebilirsiniz.
kadın ile erkek eşit olamaz; fıtrata aykırı
"kız mıdır, kadın mıdır bilemem"
"kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek"
"anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün, günahı ne? anası ölsün öyleyse"
"iş istiyoruz sayın bakanım" "niye evdeki işler yetmiyor mu?"
emine bulut'un katili caniye övgüler yağdıran utanmaz, hadsiz, her tür kötü sıfatı sonuna kadar hakeden insanlık ziyanı bir şahıs ! böyleleri tedavi altına alınmalı, mutlaka !
hayata başlanılan yıllarda oyun arkadaşıdır kardeş, gerektiği zaman sığınılacak liman, size ihtiyacı olduğunda korunup sakınılacak olandır. sonra hayat ilerler, zaman geçer ve işler biraz değişir.
çocukken iyiyidi kardeş olmak, bir tel toka için 2 saat saç başa kavga etsen bile mesela her koşulda yine de iyiydi. özeldi, önemliydi, eğlenceliydi. ama yıllar geçtikçe zorlaşıyor kardeş olmak, kardeş kalmak. her zaman giderek zorlaşıyor. hele de yarım düzineden fazlaysanız ve hepiniz kadınsanız. herkes kendine göre bir yol alıyor, kimse diğerine benzememeye başlıyor zamanla. öyle bir noktaya geliyor ki biriyle iyi anlaşırken diğeriyle mutlaka kötüsündür. onunla sorununu yeni çözmüşken diğeriyle başlıyor bu kez. mesela bazen bir tanesinden öylesine nefret ediyorsun ki, buhar olsun yok olsun cehennemin dibine gitsin istiyorsun ama 5 dakika sonra kan bağı denen o illet fısıldamaya başlıyor " yarın başına kötü bir şey gelse böyle ayrıldığın için ne hissedeceksin " ? velhasıl bana göre çok kötü bir şey çok kardeş olmak, öyle yada böyle ilişkilerini sürdürmek zorundasın. seçme şansın yok. bazen aklımda onları tek, tek karşıma oturtuyorum ve diyorum ki " bu senin kardeşin değil, bir ortamda tanıştınız şu şu iyi yanlarını gördün ve dost oldun sonra da sevmediğin tüm o yanlarını gördün, ne yaparsın ? dostluğunu sürdürmeye devam eder misin bir şekilde ? " cevabım ne, " hayır! " ama kan bağı ile bağlıysan öyle bir seçeneğin maalesef yok. ben de onlar için öyleyimdir mutlaka. az çocuk yapın, az çocuk yapın az çocuk yapın ey herkes ! kardeşlik sadece kan bağıyla olur diye bir şey yok. ne dostluklar var kardeşten daha kardeş.
dünyada köpekler var mesela, seni bir sokak köpeğine verseylerdi ısıtırdı bedenini, seni korurdu, köpekleri severdin. onlar yavrularını nasıl korur, keşke görseydin. ama artık annen olan toprağın koynunda uyuyacaksın, o hepimizden koruyacak seni.
genel olarak kadının bir diğer kadını baskılamak, hakimiyeti altına almak ve çıkarları doğrultusunda kullanmak, emeğinden faydalanmak gibi bir derdi yok. buradan hareketle kadın bir diğer kadının zekasından ancak hoşnut olabilir, övünür, öykünür. aksine azıcık da olsa zincirlerini kırabilmiş, düşünebilen bir kadın ancak zekasını kullanmayan, gücünün farkında olmayan aptallaşmış kadınları sevmez ancak onları yerer. zeki bir kadına antipati duymak mümkün değildir.
halkın güvenini kazandı, samimiyetine inanıldı ve başkan seçildi. vaatlerini yerine getirip getirmeyeceğini, nasıl bir başkan olacağını zaman gösterecek. görev başına geldiğinden bu yana - ki bu çok kısa bir süre - istanbul halkının tepkisini çekecek, mağdur edecek herhangi bir icraatta bulunmadı, aksine sorunların tespiti ve giderilmesi için bizzat halkın, şehrin içinde çalıştı ilk günden beri, makam odasına kapanmadı. fakat sadece saldırmak için fırsat kollayanlar var elbette. biraz makul olabilseler henüz bunun için bir gerekçeleri olmadığını görecekler. hakkı gasp edildiği için ikinci bir kez ilkinden kat be kat fazla enerji harcayarak seçim çalışmaları yaptı. mesnetsiz ithamlarla yıpratılmaya çalışıldı, hem fiziksel hem zihinsel yoğun bir çaba harcadı kendini tanıtmak için, projelerini anlatmak için. 2. kez halkın iradesiyle başkan seçildi, o ana kadar belki günlerce uyumadı, dinlenmedi, çalıştı didindi. ve seçimlerden bir süre sonra olması gereken gibi kısa bir izin yaptı. geçtiğimiz günlerde de ikinci bir kez yine ailesiyle kısa bir tatile çıktı. bundan daha doğal ne olabilir? görevi ne olursa olsun bu her insanın hakkı ve ihtiyacı.
ben bu kadar dayanıklı bir çiçek görmedim. komşunun pencere önünde bir saksıda yazın kavurucu güneşin altında, kışın dondurucu soğukta bekledi durdu. en sonunda komşu tatile giderken sizin bahçeye koyabilir miyiz dedi, ben yokken sulasanız. çiçek bakmaktan zerre anlamam, denemişliğim var ama beceremedim. neyse alıp koyduk bahçeye. bahçe de iş yerinin bahçesi, öyle pek çıkıp oturulmayan sokak kedilerine tahsis edilmiş ufak bir alan. tabi kediler boş durur mu, içine giriyorlar, kazıyorlar falan en son düşürüp kırdılar. kırılınca gördüm ki saksının toprağı kum gibi verimsiz sert bir toprak. kırılan dalları aldım, kökü falan da yok ama bahçenin küçük bir toprak alanına diktim. etrafına da kuru ağaç dallarından siperler yaptım kediler ulaşamasın diye. tutmasını beklemiyordum açıkçası. arada bakıyorum ne zaman kuruyacak diye. ama o nasıl bir bitki yahu, canlandı büyüdü çiçek açtı kırmızı kırmızı. bahçe duvarının yarısına geldi boyu. şimdi ben buna idolümsün demeyeyim de ne diyeyim?
her şeyden önce adam alenen yalancı. eliyle mikrofonu kapattığı görüntülerini izlerken bile şunu söyleyebiliyor " ben ortaya herkesin duyacağı şekilde konuştum zaten "
pazarlıklar sürerken greve gideriz diyordu imzayı attıktan sonra greve gidince ne olacak ancak halay çekerler diyor. kamu çalışanları adına zafer kazanmış sanki, bir de" ben taşeron işçileri de, eyt.lileri de düşünüyorum " diyor. hemen ardından tam tersi sözler ediyor. siyaset benim işim değil diyor ardından s400leri alanlara helal olsun diyor. artık nasıl yanmışsa beyni terör örgütünden, çevrecilerden, köprülerden, işçilerin ne kadar güvenilmez olduklarından, çalışanların ne kadar haklı olduğundan, hükümetin enflasyon oranı ile ilgili açıklamaların güvenilir olmadığından ama enflasyon oranına göre yapılan zammın ne kadar yerinde olduğundan vs vs bir nefeste neler demedi ki birbirini tutmayan.
o soğuk ve mesafeli bir alandı. evin bir parçası gibi hissettirmeyen, ev gibi kokmayan o odanın varlık sebebi misafirin mühimsenmesi miydi yoksa ev sahibinin itibar mıydı bilmiyorum ama çocukken evde en nefret ettiğim alan orasıydı. kapısı mütemadiyen kilitliydi. misafir gelince açılır ve biz çocuklar o odaya sadece misafirlere hoş geldiniz demek ve ellerini öpmek için girebilirdik.
çocukluğumuz boyunca bir kıçımızı koyup oturamadık o siktiğimin açık renk koltuklarına. duvardan duvara vitrindeki bibloları alıp bir inceleyemedik. misafir çocuğu prens, prenses muamelesi görür biz ayak altından çekilip mutfakta çay demleyip sofra kurar yemek hazırlar bulaşık yıkardık onlar gidene kadar. nasıl bir hiyerarşiydi, nasıl ötelenmek, yok sayılmaktı ! cahil ailelere doğmuş olmak, kız çocuğu olarak doğmuş olmak, üstelik birin üçün beşin üstünde sayıca fazla kız çocukları olarak orada olmak hakikaten dünyada insanın başına gelebilecek en boktan şeylerden biri. bazen kendime bir halt olamadın diyorum ama bunları hatırlayınca kendi alnımdan öpesim geliyor, bu alt yapıyla daha ne olacaktın en iyisi oldun olabileceğinin diyorum.
ne misafir odasıymış arkadaş, resmen üç başlı cehennem köpeği gibi geçmişin karanlığından hırlayarak üstüme atıldı.
doğum günleri ve yeni yıla girerken verilen hediyeler dışında - ki onlar içten hediyelerdir , hatırlanmaktır, düşünülmektir , var olmasının ve birlikte olmanın kutlanmasıdır - insanların birbirine hediyeleşme adı altında beklentilerini dayatmasına ifrit oluyorum.
çeyiz serme - çeyiz görme hediyesi
düğün - düğün takısı
gelin evi - ev hediyesi
hamilelik haberi - yoldaki bebeğe hediye
doğum - doğum takısı
sünnet - sünnet takısı
yeni ev alma - yeni ev hediyesi
bir bitse bu saçmalıklar. herkes sadece içinden geldiği için, zamanı belirlenmiş anlarda değil, sürpriz yapmak istediğinde hediye alsa ne güzel olur.
yani ne söylenebilir ki? iyi görünüyorsa iyi göründüğünü söylersin. kötü bir estetik cerraha denk gelmediyse de muhtemelen iyi görünecektir. gereksiz müdahalelerle dudağını yüzünü fazlaca şişirip aşırı yapay ve kötü bir görüntüye bürünen insanlara zaten bir şey söylemek anlamsız, muhtemelen o bir psikolojik sorun. ama kemerli burnundan, göz altı torbalarından, vücudunda ki herhangi bir görüntüden rahatsız olan ve bunu değiştirmek için estetik yaptıran insanların müdahale sonrası görüntülerini ilk başta yadırgansa da olumsuz bir şey söylenmemeli. zira ameliyat sonrası iyileşme, görüntünün tam oturması 1 yıl alabiliyor. ayrıca o insanlar için ameliyat öncesi, anı ve sonrasındaki süreç zaten yeterince zor. bıçak altına yatmak en küçük operasyon için bile tedirgin edici. zaten zor bir karar vermiş kişilere sonrasında, keşke yaptırmasaydın, eski halin daha iyiydi, alışamadım, tanıyamıyorum seni, vb. olumsuz bir şey söylemek acımasızca olur. göğüs, karın germe, burun ve göz altı estetiği yaptıran arkadaş, akraba ve tanıdıklarım oldu. hepsi de ameliyat sonrası depresyonla mücadele etti. her şeyin iyi olacağını, hızla iyileşeceklerini duymaya ihtiyaçları oluyor. ve benim gördüğüm kadarıyla zaman geçtikçe - eğer iyi bir cerraha denk gelmişse - sonuçlar gayet güzel oluyor.
hey gidi yirmili yaşlar ! o ayakkabılar giyilir 10 saat de ayakta çalışılırdı. şimdilerde bir düğünde falan giyilecekse " ben o kadar saat bu ayakkabıya nasıl katlanacağım " diye kara kara düşündürür.
özetle vandallıktır. olumsuz etkilerini yaşayan bilir. benim 6 yaşında kalp rahatsızlığı olan bir kedim var ve havai fişekler patladığında vücudunu yere yapıştırıp, büyüyen göz bebekleri korku dolu, saklanacak bir yer aradığını benim kucağıma bile güvenmediğini deli gibi soluduğunu, soluğunun tıkandığını gördükçe çok üzülüyor ve çok öfkeleniyorum. ilk fişek patladığında biz bile yerimizden sıçrıyoruz zavallı hayvanlar çocuklar hastalar ne yapsın ?
change.org 'da istanbul özelinde bir kapmanya başlatmış havai fişeklerin belediyece yasaklanması için çağrıda bulunan. linkini şuraya bırakıyorum, kampanyanın açıklama kısmında detaylı bir şekilde tüm olumsuz etkileri açıklanmış.
sevişmeyi istememen için çok geçerli bir nedenin olmak zorunda ve bu neden tamamen seninle ilgili olmak zorunda. direkt istemiyorum cümlesini erkek egosu kabul etmiyor çünkü. şu an bunu yapmak istemiyorum değil de seni istemiyorum, sen değilde bir başkası olsa belki isterim gibi algılıyor.
küçük kardeşim okuldan döner, saç baş dağılmış yaka çanta bir tarafta. kapıda ayakkabısının arkasını pat pat yere vurup gevşeyince havaya fırlatarak çıkarır ve peltek peltek konuşarak " çabuk, çabuk salça ekmek verin çok acıktım " olurdu ilk cümlesi. üstüne bir de sana yağı sürdürürdü ama öyle az buz değil ille kalın bir tabaka olacak şekilde. yağ ve salça istediği yoğunlukta olmamışsa curcuna, bu olmamış demezdi, hemen kendini yere atıp " ne biçim ne biçiiim istemiyooooomm istemiyoom yemiyceeem yemiyceem " diye zırlamaya başlardı.
daha evi doğru düzgün yerleştirmeden eşyaları ayırıp toparlamak ve aileleri haberdar etmek en zor kısımlarıdır. ilkinde 72 gün sürmüştü ve ayrılma süreci biraz iç karartıcıydı ama ilkinden iki üç hafta daha uzun süren 2. evliliği bitirmem nispeten daha kolay olmuştu nede olsa deneyimliydim süreçle ilgili. gerçi hala tam anlamış değilim 2. kez erken boşanma yüzünden mi evlendim yoksa işlerin gidişatından hoşlanmadığımda " ilkinde boşanmak çok da kötü değildi " dediğim için mi ayrıldım bilemiyorum. sonuç olarak durup düşündüğümde o iki adamdan biriyle hala aynı hayatı paylaşmaya devam etmediğim için çok mutluyum.
yan komşum safiye teyze emekli maaşını apartman kapısı önünde kaptırdıktan sonra, dili tutulmuştu uzun süre, evinden çıkamaz hale gelmişti.
canım arkadaşım eşi nöbetçi olduğunda, vileda sopası yanında uyuduğunu söylerdi. "gülmekten öldüreceksin adamı herhalde" derdik, trajikomikti.
eşim seyahate gittiğinde, başucumda bıçakla uyurdum. herhangi bir canlıya zarar verme kabiliyetim varmış gibi.
gece mesailerinden sonra koşarak dönerdim.
arkamızda ayak sesi duysak, diken diken olur sırtımız.
bir taşıtta sürücüyle yalnız kalmamak için, inip araç değiştiriyorum derdi arkadaşlarım.
taksiye binince mutlaka, baba abi eşle telefonla konuşulur. karşılayın beni. geliyorum. taksideyim diye açıklaması yapılır.
bizim ülkemizde kadınsan, korkarsın. öğretirler o korkuyu. içine işler ayaz gibi. hiç çıkmaz
ceren özdemir cinayetinin yine yeniden çarpıcı bir şekilde hatırlattığı korkunç gerçektir.
kadın sözlüğü için önemli bir konudur.
“kadın”, “erkeğin” dilsel karşılığıdır. erkeğe erkek denilen durumlarda kadına "kadın" denilmelidir.
bayan ise cinsiyet belirtmek için kullanılmaz. yalnızca bir hitap şeklidir.
mesele aslında toplumsal bilinçaltı. bu bilinçaltında "kadın" kelimesi kirlenmiş durumda ve insanlar "bayan" kelimesini kullanarak nezaketli olmaya çalışıyor.
neden?
çünkü kadın kişisine "kadın" denildiğinde, onun cinsel kimliğinin vurgulandığı düşünülüyor. ve nazik olmak adına belki de iyi niyetle "bayan" kelimesi kullanılıyor...
konuşulacak çok şey var ama tanımlar net.
erkeğe erkek denen yerde kadına kadın denilir. ha hitap ise amaç bayan olabilir ama "hanımefendiyi" tercih ederim.
kvk servisi ile yaşadığım ve mağdur olduğum durumdur.
06/09/2019 tarihinde xxx ımeı numaralı telefonumu ekranı kırıldığı (telefon çalışır vaziyette olup ekranda kararma bulunmaktadır.) için kvk kartal şubesine 1900405374 numaralı form numarası ile teslim ettim. telefonum kvk garantili olup, garanti kapsamı dışında telefonum onarıma alınmıştır. ekran değişimi için 971 tl firmaya ödenmiştir. 14/10/2019 tarihinde telefonumun onarıldığına dair bilgi bana iletilmiş olup, telefon bana teslim edilmek istenmiştir. servise gittiğimde telefonu kontrol etmek istedim, fakat telefon teslim sırasında açılmadı. bunun üzerine yeni bir kayıt açılarak telefonun garanti kapsamında onarılacağı belirtildi. fakat firmadan aldığım bilgi neticesinde telefonun ana kartının değişmesi gerektiği ve 2250 tl bir tutar yatırmam gerektiği söylenmiştir.
telefonun ilk teslimi sırasında telefonun onarıldığı belirtilmiş olup, telefonun onarım sonrasında başına gelen bir olaydan dolayı çıkan onarım ücreti kullanıcıya yansıtılmak istenmiştir. %100 onarıldı onayı verilen bir telefonun teslimat sırasında açılmaması ve daha sonrasında çıkan ücretin kullanıcıya yansıtılmak istenmesi tüketici haklarının ihlalidir.
tüketici mahkemesine başvurdum. şimdi onlar düşünsün.
birleşmiş milletlerin kadın kolları çalışması çerçevesinde yürütülen projede, kadınlardan istenen atesbocekleri.info adresi üzerindeki türkiye haritası üzerinde kendilerini güvende hissetmedikleri alanlara birer ateş böceği bırakmaları. birleşmiş milletler yetkilileri de, yerel yönetimlerle ilişkiye geçerek önlem alınmasını isteyecek.
proje 10 aralık tarihine kadar sürecek. lütfen kadınlara ulaşmasını sağlayalım.
sözlüğü ve özleyenleri, pek çok özlemiş yazar.
bir eğitim programı nedeniyle, ders çalışıyor. sınavlarından sonra burada olmak için gün sayıyor. herkese sevgiler. quş ağacı, meselitunaqa sizleri tanıdığım için çok şanslıyım ve mutluyum.
net bir yakıştırmadır ama yakıştırmadır sonuçta.
böyle durumlarda bu kezbanı gören bilen akıl sahibi er kişi acaba nedir, kimdir diye düşünüyorum.
mantık aslında böyle işlemez mi sizce de. bir kişinin nasıl bir yanlı veya doğru yaptığını anlamak için ya o yoldan geçmiş olman gerekir ya da bir şekilde deneyimlemiş olman gerekir. yoksa değerlendirme olmaz ki sadece çamur at izi kalsın bu işlerde yürümez.
aslında bu mülkiyet duygusudur. ebeveynler kendileri için çocuk getirirler dünyaya. çocuk üzerinden birbirlerine kopmaz bağlarla bağlanıp toplumun dayattığı eş olma, aile olma vb. görevleri layıkıyla yerine getirmek, sürdürmek için. çocuk üzerinden umut etmek, hayal kurmak, onur duymak için.
insan sahip olduğu bir evi kendi imkanları ölçüsünde kendi zevkiyle dekore eder örneğin, benzer biçimde çocuğunu da kendince ideal bulduğu insan kalıbına sokmak ister. bunu başardığına kanaat getirdiğinde ise meyvesini toplamak ister, her fırsatta bu işin mimarı olduğunun hissettirilmesine ihtiyaç duyar.
herkes kahraman olmak ister içten içe, best off olmak ister, yetmeeeezz best of the best olmak ister. bunun en kolay yolu çocuk yapmaktır. dünyanın en iyi annesi, en iyi babası, kahramanı, kraliçesi, kralı olma ihtimali hemen hemen ceptedir bu şekilde. bu yüzden çok sık duyarız şunu " bu dünyada yaptığım en güzel, en harika en müthiş şey oğlumu, kızımı dünyaya getirmekti " ne oldu sanki, dünyayı mı kurtardı oğlun kızın. hayır, ama varlığını anne- baba olmak üzerinden anlamlandıranlar için kurtuluştur oğullar, kızlar.
polisin kapı kapı gezip, kimin kime oy verdiğini sorgulamaya başladığını da gördüğümüz seçim sonuçları. sunshine'nin öngörüsü doğrulanmıştır. seçmen kayıtlarında bir hile olmadığının tespiti yapıldıktan sonra geriye büyükçekmece sakinlerinin fetöden içeri alınması kalacak.
kadına şiddeti önlemek çok basit aslında, bir imzaya bakar. bakıyor, bakıyormuş! çocuğa şiddeti, istismarı önlemek de öyle, basit yani. bir imza yetiyor, yetecekmiş yani ! niye kimse duymuyor bu adamı yahu? dili dimağı kurudu söylemekten, diyor ki; " bu vahim olayları, bu korkunç olayları engelleriz, yeter ki idamı geri getirsinler". " " ben " diyor " altına imzayı atmaya hazırım " sonra bir tek o mu başka bir kadın da çıkıp diyor ki " yok efendim, ben daha güzel imza atarım idam kararının altına " sonra diğerleri, imzalarım, imzalarım, imzalarım! diye çığırıyor.
her ağzınızı açtığınızda terör estirin, her lafınızla toplumu bölün, parçalayın, ayırın, cinnetin eşiğine getirin. bizatihi kendi beyanlarınız yetmez gibi, aşağılık ne kadar beyan yapabilecek varsa paye verin, kadını aşağılayan cümleleri ardı ardına kurun, kuranı destekleyin. sonra da bunda parmağınız eliniz kolunuz direktifiniz emriniz yok gibi bir de dar ağaçları kurmaya yemin edin. elinizle, dilinizle sistematik olarak kadın katili çocuk istismarcısı üretiyorsunuz ne hapisanelere sığdırabilirsiniz ne öldürmekle bitirebilirsiniz.
kadın ile erkek eşit olamaz; fıtrata aykırı
"kız mıdır, kadın mıdır bilemem"
"kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek"
"anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün, günahı ne? anası ölsün öyleyse"
"iş istiyoruz sayın bakanım" "niye evdeki işler yetmiyor mu?"
şu an şukadınsözlüğü hesabımın parolasını biliyorsam ne olayım. ve facebook parolamı ve instagram ve mail ve daha nicesi. neyse ki hepsi otomatik oturum açmada.
aptalca davranan, gücünün farkında olmayan korkak kadınlar. ben bilmem beyim bilir kadınları. durmadan çocuk doğurup , o çocuklar kendi işlerini yapacak yaşa geldikleri halde mental bozukluklara sahipmiş gibi elleriyle besleyen giydiren poposunu silen kadınlar. kendi parasını kazanabilecekken çalışmak istemeyen evde gönüllü hizmetçilik eden kadınlar. bir saat boyunca nefes almadan kocasından şikayet eden " neden boşanmıyorsun " diye sorulduğunda sanki canı alınıyormuşcasına şok olup ortamdan kaçarak uzaklaşan kadınlar. kitap okumayı zaman bulamadığını söyleyip günde 5 saat tv izleyen kadınlar.
o soğuk ve mesafeli bir alandı. evin bir parçası gibi hissettirmeyen, ev gibi kokmayan o odanın varlık sebebi misafirin mühimsenmesi miydi yoksa ev sahibinin itibar mıydı bilmiyorum ama çocukken evde en nefret ettiğim alan orasıydı. kapısı mütemadiyen kilitliydi. misafir gelince açılır ve biz çocuklar o odaya sadece misafirlere hoş geldiniz demek ve ellerini öpmek için girebilirdik.
çocukluğumuz boyunca bir kıçımızı koyup oturamadık o siktiğimin açık renk koltuklarına. duvardan duvara vitrindeki bibloları alıp bir inceleyemedik. misafir çocuğu prens, prenses muamelesi görür biz ayak altından çekilip mutfakta çay demleyip sofra kurar yemek hazırlar bulaşık yıkardık onlar gidene kadar. nasıl bir hiyerarşiydi, nasıl ötelenmek, yok sayılmaktı ! cahil ailelere doğmuş olmak, kız çocuğu olarak doğmuş olmak, üstelik birin üçün beşin üstünde sayıca fazla kız çocukları olarak orada olmak hakikaten dünyada insanın başına gelebilecek en boktan şeylerden biri. bazen kendime bir halt olamadın diyorum ama bunları hatırlayınca kendi alnımdan öpesim geliyor, bu alt yapıyla daha ne olacaktın en iyisi oldun olabileceğinin diyorum.
ne misafir odasıymış arkadaş, resmen üç başlı cehennem köpeği gibi geçmişin karanlığından hırlayarak üstüme atıldı.
işletme küçük olsun yada kurumsal olsun, genel olarak çalışanın hakları devletin de el birliğiyle gasp edilir. ve işveren de çalışanın emeğini son raddesine kadar sömürmenin peşindedir. bu sistemin herhangi bir yerinde çalışan insan zaten modern köledir.
neyse ki modern kölelikte çalışanın bir iş tanımı vardır. işverenin evi o çalışanın iş yeri olmadığı için, çalışan orada " bu da senin işin " denilerek çalıştırılamaz. işveren bunu buyurabilir, ama buna zorlayamaz. o halde çalışanın zaten az buz olan haklarını koruması lazım ki yeri geldiğinde tüm hakları için mücadele edebilsin. bugün gidip o evde temizlik yaptığı için bir süre sonra aynı iş kendisinden tekrar beklenecek, o zaman da mı peki diyecek? diyemeyecekse o zaman yine başa dönmeyecek mi?
ne olur cesur olun, ne olur korkmayın patrondan, kocadan, babadan, dayıdan , ayıdan ! timurlenk'in karşısında nasreddin hoca gibi yalnız kalsanız da, onun gibi " bize bir fil daha verin " demeyin ! hayat bir haksızlıklar silsilesi, hepsine katlanamazsınız, hepsini yüklenip kaldıramazsınız. hayır demeyi öğrenin, ki sonuçlarına katlanmak o ana katlanmaktan daha zor değil. ilk engeli aşmazsanız yarışa başlayamazsınız, kazanamazsınız.
20 kasım dünya çocuk hakları günü’nde change.org’da istanbul büyükşehir belediye başkanı ekrem imamoğlu’nun dikkatine başlatılan bir imza kampanyası.
bu kampanya yetişkinlerin pek çok alanda olduğunu gibi toplu taşıma alanlarında da çocuklar üzerinde kurdukları hiyerarşiye ve bunun yol açtığı kötü sonuçlara, çocukların hak gaspına dikkat çekip, bunun önlenmesini talep ediyor.
kendisi hoca imiş, kuran'a uygun olarak açıklıyor durumu. baktığın zaman bu kutsal kitapta koca karısından üstün tutulan kişi midir? evet öyledir. dolayısıyla adamın inandığı kitaba göre de yaptığı çıkarım gayet yerindedir. kuran da her zaman erkeğin kadından üstün olduğunun altı çizilmiştir, adam da ast üst ilişkisinden örnekle açıklıyor bu durumu.
yasalara baktığımızda kadını erkeğe göre 2. sınıf vatandaş olarak tanımlayan bir ibare yoktur oysa. fakat toplum olarak erkek ve kız çocuklarını yetiştirirken en başından bu ast üst ilişkisini kendimiz dolaylı yollarla ima ediyoruz zaten. kadın kocasına ister " efendim" diye hitap etsin ister " benim minnak tatlı aşkitom " diye hitap etsin işler sarpa sardığında hatta işler yolundayken bile içten içe mağdur olan hep kadındır. bu mağduriyeti de biz kendimiz çocuk yetiştirirken inşa ediyoruz. bunun da bilincinde olduğumuz için böyle adamlar çıkıp böyle laflar edince gülüp geçmek yerine endişe ediyoruz. çünkü bu toplumun inancı ve karakteri bu önermeyi rahatlıkla kabul eder, karşılık bulur.
" suriye'liler onu yaptı, suriye'liler bunu yaptı " kayıtlı rakamlarla 3,5 milyon suriye'lı sığınmacı alındı. türkiye sınırları içinde 500 bine yakın suriyeli bebek doğdu. 2 büyük şehir dolusu insan nüfusu. bu kadar insanın tek tip davranışlar sergilemesi beklenilemez.
taksim meydanında kendilerince yeni yıl kutlaması yapmalarına gelirsek, bir milli maçtan galip çıkmışlar gibi yaptıkları kutlama. yok öyle bir şey ama, o zaman bu belki sana bana göre sadece biraz saçma o kadar. türk erkeklerinin de çoğu zaman yaptığı gibi bir dolu erkek toplanmış kendi anlayışlarına göre eğleniyor. ne yapsınlar ? mağduruz mağdur deyip kaldırımlarda oturup bütün gün ağlasınlar mı? onu da yapmasınlar ama biraz uyum mu göstersinler ? ayak uyduracakları bir düzen var mı gerçekten ? biz zaten karmakarışığız, asıl canımızı sıkan da bu tam olarak. zaten sorunlu bir toplumuz ve bize çok benzeyen bir dolu insan daha geldi bu sorunların üstüne. işte tam burada ince bir çizgi var, toplumumuz içinde yeni bir düşman daha mı ilan edeceğiz yoksa sorunların çözümü için sorumlulardan talepte mi bulunacağız ? biraz daha mı geri gideceğiz yoksa ilerlemek için çaba mı harcayacağız ?
eşcinsellik bir seçim, bir tercih olmadığından reklamı yapılacak özendirilecek bir durum da değildir. eşcinsellik bir yönelimdir. heteroseksüel bireylere eşcinsel olmayı dayatmak kadar abesdir eşcinsel bireylere heteroseksüelliği dayatmak. her iki yönelimin de övülecek veya yerilecek tarafı yoktur çünkü bu bilinçli bir seçim değildir. bilim eşcinselliğin bir hastalık yada bilinçli tercih olmadığını aynı zamanda homofobinin bir hastalık olduğunu artık net olarak ortaya koymuştur.
kafası son derece karışık tuhaf rapçi bir tip. yanımda yöremde olsa ve konuşmaya başlasa arkama bakmadan kaçarım. uykusuzlar kulübüne konuk olduğu bölümü izlemiştim 1 dk içinde farkettim ki beyin hücrelerim ölüyor hemen kanal değiştim.
çocukken arkadaşlarım kuran kursuna giderlerdi yazları. mahalleden kendini din hocası tayin etmiş çatlaklar olurdu genelde öğretmenler. sonra ders çıkışları gelip bin gece kabus görmeye yetecek kadar korkunç şeyler anlatırlardı. cinler, büyüler, cehennem ve zebaniler hakkında. devlet okulları da şu an tam o kuran kursları gibi. her kurumda birbirinin kopyası yöneticiler olduğu malum, dolayısıyla şaşırdık mı? hiç değil. yani insan köpeği ısırdığında haber yapsınlar öyle şaşıralım.