keşke
yerine " şayet " kelimesini kullandığımdır.
" şayet bunu yapmamış olsaydım ", " şayet öyle demeseydim " der ve dersimi çıkartırım.
sen anlat karadeniz
yayına girmeden önceki tanıtımlarında kadına şiddeti eleştiren bir dizi olarak lanse edildiği için ilk 3 bölümünü izlemiş olduğum dizi.
daha ilk bölümde nasıl bir halt olacağının sinyallerini vermişti aslında. şöyle ki,
spoiler!
kadın kendisine yıllardır işkence eden kocasından kaçmak için beklenmedik bir anda evlerine konuk olan karadenizli bir ailenin aracına saklanıyor, yanına oğlunu da alarak. bundan önce konuk ailenin genç oğlu kısa konukluk süresinde kadının şiddete uğradığına dair emareleri görüyor. yani kaçış başarıya ulaştığında genç adam kadının neden kaçtığınıda artık biliyor. dizinin bir sahnesinde şiddete uğrayan kadına yardım etmeye sonuna kadar hevesli olan o adam kadınla bir konuda ters düşüyor ve ilk tepkisi elini havaya kaldırmak oluyor. sürekli bir ben karadeniz çocuğum heyt höyt halleri üzerinde. yani 3 bölüm boyunca kadını kocasından kaçırdı korumak için ve her bölümde de bir nedenle ahkam kesip azarladı. ne hak ne adalet ne yasa ne hukuk hiç biri işlemiyor, yer yarılmış hepsi içine girmiş ( gerçekte de öyle değil mi? evet öyle ama öyle değilmiş gibi yapın bari, bir mesaj verin nasıl olması gerektiğine dair
ille bir adam mahvedecek herşeyi ve ille bir adam kahramanı olacak kadının. sonra ne oldu ne bitti bilmiyorum ama herhalde aynı şekilde devam ediyordur aynı kısır döngü. )
beynin cinsiyeti
bilimsel bir araştırmaya göre beynin de bir cinsiyeti olduğu belirlenmiş. beynin cinsiyetinin fiziksel cinsiyetten bağımsız olarak hormonların etkisiyle oluştuğu belirtilmiş. bu hormon testesteron. yani kız bebek anne karnındayken fazla testestorana maruz kalırsa beyni cinsiyet olarak erkek oluyor. tersi durumda, yani erkek bebek anne karnında daha az testestorana maruz kaldığında beyin cinsiyeti dişi oluyor.
peki beyninizin cinsiyeti erkek mi dişi mi? bunun cevabı için ellerinize bakmanız gerekiyor. özet cevabı şu şekilde; sağ elinizin yüzük parmağı işaret parmağınızdan daha uzunsa erkek beyinli, daha kısaysa dişi beyinlisiniz. eşit görünüyorsa biraz daha matematiksel işlemlerle saptama yapmak gerekiyormuş.
uzun cevap da şu şekilde ;
" analizlerde eli bir tarayıcıda tarayıp özel bilgisayar programları ile hesaplama yapılır. sağ elde yapılan ölçümler daha belirleyici olurken diğer yöntemde ölçüm avuç içinden yapılır. ilk olarak işaret parmağına bakılır. parmağın elle birleştiği kısma (resimde a harfi) yakından bakılırsa tam sınırda bir ya da birbirine yakın 2 çizgi görülür. eğer 2 çizgi varsa ölçüm alttakinden itibaren yapılır. b noktası ise işaret parmağının tepe noktasını ifade eder. bir cetvel aracılığıyla a ve b noktaları arasındaki mesafe ölçülür. ne kadar hassas ölçülürse sonuç o kadar doğru çıkar. işaret parmağı için yapılan işlemlerin aynısını yüzük parmağı için de yapılır. hesaplama sonucunda yüzük parmağı, işaret parmağına göre ne kadar uzunsa anne karnında o kadar fazla testosterona maruz kalındığı anlamına gelir. yani o kadar erkek beyinlisinizdir. ama kadın ve erkek beyninin de dereceleri olduğundan bunun öğrenmek için bölme işlemi yapılır. cetvel aracılığıyla elde edilen ölçümler ile işaret parmağının uzunluğu yüzük parmağı uzunluğuna bölünür. ölçüm önemli olduğundan virgülden sonraki üç basamak da kullanılır. oranın anlamı ise aşırı uçtaki erkek ve dişi beyin arasındaki oranlar yer alır. ırklar arasında farklılıklar olmakla beraber genel anlamda 0,970 oranının altına inildikçe erkek beynine, 1,000 ve üzerine çıkıldıkça da kadın beynine doğru bir gidiş söz konusudur. aradaki değerler ise (0,980 ve 1,000 arası) ırklara ve coğrafi bölgelere göre çeşitlilik gösterdiğinden net bir yorum yapılamayabilir. "
ekmek fiyatlarına zam
genetiği değiştirilmiş, tarım ilaçlarıyla zehirlenmiş buğday ve işlenirken üzerine tekrar tekrar farklı zehirler eklenerek soframıza gelen ekmek. fiyatından önce ekmekteki asıl sorun bizi hasta ediyor olması.
dostluk
erkekler arasında daha sağlam ve daha uzun süreli olan arkadaşlığın bir üstü yakınlık, paylaşım bağıdır.
erkekler belki daha yüzeysel, daha direkt oldukları için dostlukları bir ömür sürdürebiliyorlar. kadınlar ise fazlasıyla detaycı, daha derin varlıklarını her ilişkilerine olduğu gibi dostluklarına da yansıttıklarından çok az kısmı kalıcı dostlar edinmeyi başarabiliyor. erkekler birbirlerini olduğu gibi kabul ediyor, biz kadınlar ise dostlarında doğru bulmadığımız şeyleri değiştiremiyorsak ilişkileri kopartmakta pek tereddüt etmiyoruz bir yerden sonra. bilemiyorum belki erkeklere göre daha kolay dostluk kurabiliyoruz, belki bu yüzden dostlarımız sürekli değişiyor.
ama yanlış anlaşılmasın hayır, hiç kıskanmıyorum erkeklerin dostluğunu, sonuçta ne paylaşıyorlar ki yan yana gelince, ( genel için söylüyorum) eğer futbol vb. bir şeye hep beraber odaklanmamış muhabbet ediyorlarsa emin olun 3 başlıkta özetlenebilir konuları, 1. futbol, 2 siyaset, 3, iş güç para. garsonluk yaptığım yıllardan biliyorum bunu. üç beş sıkı dost bir masada toplanır, şöyle uzaktan bakılınca ne derin bir muhabbet, hangi önemli konuda konuşuyorlar diye meraka düşersiniz meraklı biri olmasanız dahi. uzaktan 2. yeni gibi görünürler, kesin felsefe yapıyorlar dersiniz, veya dünyayı kurtaracaklar. masalarının yanından geçerken kulak misafiri olurdum ki teknik direktöre giydiriyorlar.
neyse, konumuz dostluktu değil mi? dost bulmak, dost olabilmek, dost kalabilmek hepsi önemli ama kedi yok mu kedi, bakın şiddetle tavsiye ediyorum çok iyi bir dosttur. şu dünyada başınıza gelebilecek en dürüst en sağlam karakterli dosttur, muhteşem bir öğretmen dosttur. sizi öyle bir eğitir ki dünyanın en iyi dostu olursunuz. sadece kedi için değil, insan için de.
edit: imla
pazar yeri
online pazar yerinden bahsediyorsak, "alıcılar ile satıcıların üçüncü bir taraf vasıtasıyla elektronik ortamda bir araya getirilmesi ve bu şekilde ürünlerin sergilenmesi ve satışının gerçekleşmesine olanak veren bir e-ticaret faaliyetidir" 3. tarafa örnek: alibaba, ebay, gittigidiyor, n11, hepsiburada ilk akla gelenlerdir.
satıcıdan tahsil ettikleri komisyon oranları, reklam ücretleri, mağaza ücretlerini son 1,5 yılda %100 arttırdıkları ve alıcıdan aynı anda tahsil edilen ücreti satıcıya 15 ila 30 iş günü sonra aktardıkları için satıcıları kendi maaşlı çalışanları haline getirdiler.
alıcı şayet pazar yerlerinde işini iyi yapan dürüst bir satıcıya denk gelmediyse bu 3 taraf çoğu zaman alıcının sorununu çözemiyor, yada bilinçli bir tüketiciye denk gelmediyse çözmekle uğraşmıyor diyelim. alıcı tarafından mağdur olan satıcının sorunlarına da bu şekilde yaklaşıyor.
mesela bu pazar yerlerinden biri aya koloni kurmak için çalışmalara başladı ama kendi pazar yerlerinde küçük bir sistem değişikliğini bir türlü yapamıyor kimi zaman.
büyüdükçe üretenlerin, çalışanların sırtından daha çok geçinen kan emiciler, özetle.
dinazorus bülentus
o zamanlar çok severek takip ettiğim eski yazarlardan. ne güzel haber yeniden yazacak olması.
tekila
ilk defa 16. yüzyılda ispanyollardan damıtma yöntemini öğrenen aztekler tarafından üretilmeye başlanan, ismini meksika’nın jalisco eyaletine bağlı bir kasaba olan tequila’dan alan alkollü içki.
içimi en güzel içkilerden biridir kanımca. " gel öpücem" yada " ama ben onu çok sevmiştim " kafası yaşatmıyor, gayet eğlenceli bir içki. tek sorun başlayınca shotların ardı ardına devrilmesi. sonrada çat diye içenin devrilmesi.
aile büyüklerinin çözülemeyen şiveleri
kimi aile büyüklerinin evlere şenlik şiveleridir. bir de bu büyükler yaşlıysa gülemezsin de kurduğu cümlelere, kızıyorlar çünkü. gülmene de , anlamamana da . uğraşıp didinip ne dediğini anlaman gerek. başaramazsan eğer yandın.
rahmetli dedem de onlardan biriydi. çok acayip bir şivesi vardı, tamamen kendine has, pek çok yöreden ortaya karışık gibi bir şeydi. ve onun ne dediğini anlamadığında sinirlenip " çegit karşımda, aptal cayil " diye gürlerdi.
evlere şenlik şivesinden bir kaç örnek vereyim.
- bene bak o cincili getirimusun
- neyi?
- cincili.
- cincil ne ya?
- ule cincil cincil
- ya valla anlamıyorum cincil ne
- teeebee yerebbim cincil la cincil
meğerse zincir diyormuş.
- ketrın geldu mu
- yoo kimse gelmedi, o kim ki
- kim yau ? kim kim
- ketrın kim
- ketrını tamire verdim getirdiler mu
- ya anne ketrın ne
- su ısıtıcısını diyo ketıl ketıl
- bene bak, yimanumu çağır hele gelsun
- kim hanımı? hangi hanımı ?
- ne hanımı yauv
- çağır dedin ya hangi hanımı diyosun
- tüü nalet gelsun çekil şurdan " yimanuuuum , gel hele çay içek "
arkadaşını çağırıyormuş meğer imanım diyerek.
daha neler neler, ama aramızda hala güldüğümüz cincil efsanesidir, ki böyle yazdığım kadar özet değil, iki tarafta imdat diye bağıracak noktaya gelene kadar sürerdi bu çekişme, o bir türlü anlaşılamayan tek kelime yüzünden.
zalim
zulmedenler ve zulme seyirci kalanlardır.
aslında bilfiil zulmü uygulayan zalimler azınlıktadır, zulmü alkışlayanlarla artıp, seyirci kalanlarla çoğunluğu yakalıyorlar.
cübbeli ahmet
kim kimin idrarını içmiştir de ne sevaplara lütuflara nail olmuştur, kimin ayağının altını yalarsan nereden altından köşk ikramiyesi alırsın gibi tiyolar vermekle mükellef sözde hacı, hoca. din tüccarı şahıs yani.
bir zaman önce iktidar ile ters düşmüşlerdi diye hatırlıyorum, sonra ne oldu barıştılar mı ne, mütemadiyen övgüler oldu iktidarı. eee sana senin gibilere altın bir çağ açmışlar o kadarını akıl edeceksin tabi. bir de her boku bilir görünen, geçinen yeri gelince " halkın cehaleti " konulu 5 saatlik programlar yapan kimseler bu adamı mal bulmuş mağribi gibi ikna edebildiklerinde televizyonlara çıkartıp alttan alta onamıyorlar mı ! vay efendim ne kadar da espriliymiş, ne eğlenceli insanmış, maşallah kaç kitaplık hafızası varmış. 5 dakka önce barbi bebekten tahrik olunur mu diye sorduğunuz adam değil mi bu, 5 dakka önce büyük bir doğa felaketiyle ciğeri yanmış onca insana günah yuvalarının sakinleri dediği için köşeye sıkıştırmaya yemin ettiğiniz aynı kişi değil mi? resmen dolap beygiri yahu " dedim ama sor bi niye dedim " sormayın ya, sormayın lan, herkes biliyor neden dediğini, ne dediğini. ama yok, ben bunu dedim ama deyip araya 3 ayet 5 hadis fıkıh mıkıh şu alim bu ulema derken 12 den vuruyor herif.
okula yeni başlamış minik
eğer okulu ilk günden sevmemişse, tekrar gitmek istemiyorsa mazeretleri ve yakarışlarıyla insanı hem güldüren hem de içini sızlatan miniktir.
bizim ki önceki yıl okulun ilk günlerinden birinde sabahın köründe beni görüntülü aramıştı annesinin telefonundan. telefonu bir açtım karşımda iki karış açılmış bir ağız arkasından wöeeeeeöğğğğğ diye bir ağlama sesi , aklım çıkmıştı resmen. " lütfen beni kurtarır mısıııııınnn öeeeee " karnı çok ağrıyormuş, annesi onu zorla okula gönderiyormuş, gelip onu hastaneye götürebilir miymişim. sonraları işi daha da ilerletti, gece uyanıp alarm saatini gizlice değiştirmeler, okuldan bir öğretmeni ayartıp telefonunu kullanıp " hastayım gel beni al " diye aramalar. ah o ilk yıl ne parçaladı şu teyze kalbini benim mini minnoş çubuk krakerim! okula gitmemek için en efsane mazeretide şuydu " kızlar çok tatlısın çok tatlısın deyip öpüyolar beni hep bıktım artık "
okula yeni başlayan miniklere, ailelerine, öğretmenlerine sağlık, iyilik, neşe, uyum, sevgi, şevkat dolu mutlu bir öğretim yılı diliyorum bütün kalbimle.
okul kıyafeti
özellikle ilkokul çocuklarını aşırı minnoş aşırı sevimli gösteren kıyafet. böyle hepsi aynı kıyafeti giymiş bıdık bıdık tipler, insanın alıp sımsıkı sarılası geliyor.
adam gibi adam
ataerkil toplumumuzun eril dilinin çok bilinen, çok kullanılan tabirlerinden biri.
erkek çocuğundan adam gibi davranmasını, adam olmasını istemekle başlıyor yanlışlık.
kız çocuk da erkek çocuk da ilk en yakın ilişkisini annesiyle kuruyor, doğal olarak annesinden çok şey kopyalıyor ama rol model alması gereken kişinin annesi olmadığı ona sürekli hatırlatılıyor, dayatılıyor.
misal benim küçük yaşlarda 3 erkek yeğenim var, günün 14 saatini anneleri ile geçiriyorlar. dayıları yok ve bir dolu teyzeleri var, amcaları var fakat babasının değilde annesinin akrabalarıyla daha iç içeler. etraflarında kadına dair çok fazla materyal var, çok fazla kadın duygusu ve bakış açısı var. gel gör ki alışverişte annelerinin onlara pembe rengin kadınlar için olduğunu hatırlatmak gibi bir görevi var, ne yani büyürken pembelerle sarıp sarmalanan kız çocukları büyüdüklerinde mavi renkten nefret mi ettiler? hayır ama erkek çocuklarının büyüdüklerinde pembe renk son tercihlerinden biri oluyor çoğunlukla. çünkü kız çocukları bu konuda daha az örseleniyor. erkek tavrıları takınan kız çocukları tolere ediliyor ama kadın davranışını kopyalanan erkek çocuğun haşatı çıkarılıyor. sonra ileride neden kadınlara kötü davrandığı sorgulanıyor.
bu konuda kardeşimle sürekli tartışıyoruz, eğer yaradılışında yoksa ( hissiyat olarak ) bu çocuklar kadın görünümüne bürünerek yaşamlarını sürdürmeyecekler, bu konuda endişeli davranmamalısın diyorum. zira bir ruju alıp sürmek onun için sadece bir oyun, doğru olan elinden alırken o materyalin erkek çocukları için değil de çocuklar için uygun olmadığını söylemektir.
eğer bu duyguyla doğmamışsa bir erkek çocuğunun cinsel yönelimini bir renkle, oyun için iki dakika ayağına geçirdiği bir topuklu ayakkabıyla, bir makyaj malzemesiyle değiştiremezsiniz. hatta bunlar etik olmayan bazı deneylerle kanıtlanmıştır tarihte. bırakın bulaşık yıkasın, yatağını toplasın, temizlik yapsın, yemek yapmayı öğrensin bunlar bir insanın ileride kendine bakabilmesi için öğrenmesi gerekenlerdir, bunları annesinden kopyalamasının hiç bir sakıncası yok. adam gibi davran demeyin, anne ve baba ve çocuğun etrafında ki diğer kimseler insana yaraşır şekilde davrandığı sürece çocuk sağlıklı bir gelişim gösterecektir. kadının gösterdiğine benzer her tavrını kötülersen çocuk elbette kadına dair pek çok şeyden nefret edecek, tepki gösterecek. adam gibi davran dersen tabi ki yetişkin erkeklerin davranışını kopyalayacak. bugüne kadar yetiştirilmiş erkeklerin genel tavrı meydanda bu mu olması istenen kişi?
adam gibi adam, kadın gibi kadın bunlar gerçekten de irite eden tabirler.
kumru
bahçemizdeki ceviz ağacının dallarında yaz kış her daim bir çift bulunan güzel mi güzel kuş. tek eşli kuşlardır. ve birbirlerine aşkları, bağlılıkları çok görünürdür. birlikte uçar, birlikte konarlar. erkek bir yem getirir dişiye verir dişi yemi yer ve sonra eşine öpücük verir gagasıyla. - yani yemekten sonra gagasını da erkek kuşa temizletiyorsa onu da bilemem -
yalnız fazla romantizmden aşktan mıdır nedir hep bir sersem halleri vardır bu kumruların. mesela yuva yapmazlar yıllardır gözlemlediğim kadarıyla. ağaç dalına, çatı çıkıntılarına tünerler. dişi yumurtlayacağı zaman bir çiçek saksısı veya benzeri bir küçük alan seçer. nedense korunaklı olup olmamasına hiç aldırmazlar. bu yüzden yumurtalardan yavru çıkma yüzdesi epey düşük. üstüne yağmur yağar çünkü yada kedilerin, çocukların bile ulaşabileceği alanlar olur bazen. bazen yola konarlar, kedi tam dibine kadar gelir yine de uçmaz, araba üstüne gelir yine de uçup çekilmez yoldan.
bir de kışın üzerlerine kar yağarken onlar kondukları dalda birbirine iyice sokulup o dondurucu soğukta uyurken öyle güzel görünürler ki.
yüksek sesle konuşan insan
en küçük kardeşimdir.
çocukken her şeye ağlardı, su istemeden önce ağlar "niye ağlıyorsun " dendiğinde su istediğini belirtirdi. herhalde o zamanlarda açıldı ses telleri, genişledi, ciğer diyafram neyse artık bu yüksek sesin alameti farikası. düşünün gür, böyle kendinden ekolu, kalın bir ses. çıkıp bir yerde oturduğumuzda yirmi metre ötedeki masanın bizim masada hangi konuda konuşulduğunu bilmemesi mümkün değil. mütemadiyen şöyleyiz geri kalanlar " tatlım sessiz, yavaş, sesi alçalt, lütfen, lütfen, ya bağırmadan konuşsana " sonra bıkar ve şöyle bir tepki verir " bağırmıyoooooooom yaaaa bennn " . aile kabul etti, konu komşu alıştı hatta ve hatta iş arkadaşları bile pes edip kabul etti ki bu hanım kızımız kurumsal bir firmanın müşteri hizmetlerinde çalışmakta. günde bilmem kaç yüz defa " iyi günler ben x size nasıl yardımcı olabilirim " demekte. kızım diyorum ben olsam korkup telefonu kapatırım, yani diyor bazen bir sessizlik olmuyor değil, ama ben sesimin volümünü epey bir düşürdüğüm için idare ediyoruz. eh tabi akşam iş bitimi ipini koparmış deli dana gibi oluyor. neyse ki sesi gibi enerjisi de gür, yüksek, taşkın. sevdiriyor kendini, güldürüyor, eğlendiriyor. ama 3 dileklik sihirli bir değneğim olsa ilkini onun sesini normal bir düzey çekmek için kullanırdım.
celal şengör
tam adı ali mehmet celâl şengör olan, türk jeolog. istanbul teknik üniversitesi, jeoloji mühendisliği bölümünde ( her ne kadar her önümüze gelen profesör ünvanına sahip diyerek profesör olarak anılmaktan hoşlanmasa da ) profesör unvânıyla görev yapmaktadır. bunun yanı sıra abd, rusya, avusturya bilimler akedimileri yabancı üyesi, acedemia europaea, leopolinda alman milli bilimler akedemsi ve istanbul bilim akedemisi üyesidir.
kendisini elit bir bilim insanı olarak tanımlar. alanında liderliği , bilgisi, birikimi tartışmasız olsa da özelde yansıttığı kişiliği hep tartışma konusudur. örnek vermek gerekirse, kendisi büyük bir ordu hayranıdır ve bir generalle telefonda konuşurken bile esas duruşa geçtiğini ve devlet yönetiminin ordunun elinde olması gerektiğine dair görüşlerini sıklıkla belirtir.
en son izlediğim bir videosunda " insanlara tepeden bakan bir kibir abidesi " eleştirisini çürütmek için yanına şoförünü çağırmış ve bu şahıs benim bilmem kaç yıllık şoförüm, katibim vs, soralım bakalım ben kibirli miyim, insanlara tepeden mi bakıyorum diyerek müthiş bir sağlama yapmıştır.
ezcümle kendisine oldukça hayrandır. bizlerin de hayran olduğu yanları olmakla beraber " lütfen susar mısın " dediğimiz zamanlar da az değildir.
elitist
çalışanına esir gibi davranan patron
işletme küçük olsun yada kurumsal olsun, genel olarak çalışanın hakları devletin de el birliğiyle gasp edilir. ve işveren de çalışanın emeğini son raddesine kadar sömürmenin peşindedir. bu sistemin herhangi bir yerinde çalışan insan zaten modern köledir.
neyse ki modern kölelikte çalışanın bir iş tanımı vardır. işverenin evi o çalışanın iş yeri olmadığı için, çalışan orada " bu da senin işin " denilerek çalıştırılamaz. işveren bunu buyurabilir, ama buna zorlayamaz. o halde çalışanın zaten az buz olan haklarını koruması lazım ki yeri geldiğinde tüm hakları için mücadele edebilsin. bugün gidip o evde temizlik yaptığı için bir süre sonra aynı iş kendisinden tekrar beklenecek, o zaman da mı peki diyecek? diyemeyecekse o zaman yine başa dönmeyecek mi?
ne olur cesur olun, ne olur korkmayın patrondan, kocadan, babadan, dayıdan , ayıdan ! timurlenk'in karşısında nasreddin hoca gibi yalnız kalsanız da, onun gibi " bize bir fil daha verin " demeyin ! hayat bir haksızlıklar silsilesi, hepsine katlanamazsınız, hepsini yüklenip kaldıramazsınız. hayır demeyi öğrenin, ki sonuçlarına katlanmak o ana katlanmaktan daha zor değil. ilk engeli aşmazsanız yarışa başlayamazsınız, kazanamazsınız.
kuran kursunda tecavüz
simitçi bir sokak köşesinde tablasını açsa zabıta tepesine dikilir, gel gör ki yıllardır ruhsatsız işletilen sözde yatılı kuran kursuna hiç bir yetkili uğramamış, eh nede olsa dindar nesil yetişmesine katkı sunacak hayırlı bir işletme. adı yeter " kuran kursu " sorgulanacak değil ya.
tanım: islami kanunların teorik ve pratik uygulama çalışmalarının öğretilmesi amacıyla kurulmuş bir derneğin yatılı kursuna katılan öğrenci çocukların derneğin hocaları tarafından sapkınlıklarına kurban edilmesi.